Ortadoğu’da Osmanlı Devletinin Rolü
Türkiye Cumhuriyeti on altı imparatorluğun devamı ve Osmanlı Devleti’nin mirasçısıdır. Osmanlı Devleti Kırım’dan Yemen’e, Kafkasya’dan Cezayir’e kadar uzanan sahadaki milletlerin barış ve huzur içinde yaşadığı bir İmparatorluktu. Bu devlette Türk Hakanlığı, İslâm Halifeliği Roma Kayzerliği birleşmiş, tebaa hukuk ve imkân eşitliği içinde hür yaşayışlarını sürdürmüş idiler. İmparatorluğu teşkil eden bölgelerden hiçbirisi sömürge değildi. İktidarın indinde hiçbir kavim diğerinden aşağı tutulmamıştı. Osmanlı ordusunda bir Konyalı subayın emirberi Cezayirli, bir Libyalı subayın postası Bağdatlı olabilirdi.
Devlet bu hür, âdil ve müsamahakâr vasfı ile üç kıtanın bağlantı yerinde barışı kuruyor ve koruyordu. İmparatorluğu teşkil eden bölge milletleri de kendilerinin olan devletin her bölgesini aynı kuvvetle savunmaya çalışıyorlardı.
Doksan üç Savaşı namıyla anılan 1877 Rus – Türk Harbinde Filistin alayının bütün erleri, bir tanesi dönmemek üzere, Plevne’de şehit oldular. 1911 İtalyan tecavüzünde Mustafa Kemal, Enver Paşa, Fethi Bey gibi subaylar Libyalı aşiretlerle ve Libya Kralının ceddi olan Şeyh Sunusi ile birlikte Trablus Garbı korumuşlardı.
Devlette içtima etmiş milletler ve bölgeler, hiçbir ayrılık gayreti göstermemişlerdir.
Ancak sanayi inkılâbının bölgede geç idrak edilmesi, sanayileşmiş devletlerin bu büyük blok üzerinde iştiha duymalarına sebep olmuş, bu devletlerin sanayici güçleri ile Rusya’nın emperyalist emelleri birleşerek bu bloğun dağılmasına âmil olmuşlardır. Dünya barışının kurulması ve korunması için büyük bir denge unsuru olan ve Akdeniz emniyetini sağlayan Osmanlı kudreti kendini teşkil eden milletlerin menfaat ve iradesi hilâfına dış tesir ve tazyiklerle Birinci Dünya Savaşı’nda yıkılmış ve Lozan barışında bu yıkılma bize de tasdik ettirilmiştir.
İmparatorluğu teşkil eden bölgeler İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından bölünmüş ve hakiki sömürge hayatı başlamıştır. İkinci Dünya Savaşının sonunda bölgelerin milletleri istiklâllerini kazanarak bugünkü statü teşekkül etmiştir.
Bu bölge ticari, iktisadi askeri ve manevi bir bütün teşkil eder. Üç kıta arasındaki deniz, kara ve hava yolları bu bölgeden geçer ve eski dünyanın irtibatlandığı yerdir.
Demir, kömür, pamuk, buğday, petrol gibi onsuz olunmaz maddeler bölgede kendine yetecek ve dünya piyasasını etkileyecek miktarda mevcuttur.
Türkiye demir kömür ve diğer madenleriyle bölgenin ağır sanayi mamullerini Irak ve Suriye buğday ve pamuğunu; İran, Kuveyt, Bahreyn ve Suudi Arabistan petrolünü temin ederek bir iktisadi bütün teşkil ederler. Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Denizi ile çevrili olan bu saha milletlerarası siyâsette bütün stratejik manevralara müessir ve kendisi üç kıtaya ve dolayısıyla dünya muvazene ve mücadelesinde ihmali mümkün olmayan bir ağırlık teşkil eder.
Bu bölge insanlarının hepsi İslâm dinindedirler. 1300 senedir aynı kıbleye yönelir, aynı kitabı okur, aynı duayı ederler. 400 sene aynı bayrağı başta taşıdılar. 400 sene Türk bayrağı Kabe’ye çekildi. Bunun meydana getirdiği mânevi ve hissi birlik her çeşit hesabın ötesinde bir kuvvettir. Netice olarak diyebiliriz ki, yukarıda sayılan şartlar Ortadoğu devlet ve milletlerini hiçbiri için vazgeçilmez tamamlayıcılar haline getirmiştir. Bu devletler arasında tahakkuk edecek bir müşterek siyâset sulh, sükun ve huzur âmili olacaktır.
Bazı garip düşünceli kimseler teokratik devletlerle işbirliğinin laikliğe aykırı olduğa iddiasında bulunmaktadırlar. Bunlar eğer kasıtlı değilse, manasız mütalâalardır. Zira Türkiye, teokratik İngiltere ile ittifak halindedir.
Devletlerarası münasebetler milletlerin yararına göre düşünülür.
Kapitalist Amerika ile komünist Rusya, emperyalist İngiltere İkinci Dünya Savaşı’nda ittifaktan kaçınmamışlardır.
Şu veya bu prensip uğruna millet menfaatlerini haleldar etmek devlet adamlığı ile kabili telif değildir.
Hükümetin dış siyâseti heveskâr ziyaretlerle yönetilir, sanılmaktadır. Ortadoğu memleketlerini tâciz ve tehdit eden
Mısır; Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimi ile menfaat birliği kurmuş Yugoslavya ile işbirliği teşebbüsleri plâtonik bildiriler teminine bile güç yettiremez.
Türkiye hükümetleri diplomatik deneme ziyaretleri ile dış münasebetler kurulamayacağını bilmelidirler. Tecrübeli diplomatların hiç de az bulunmadığı Hariciye Vekâleti teknisyenlerinin mütalaalarına itibar edilmeli ve siyasilerin tecrübe noksanı onların bilgisiyle tamamlanmalıdır. Türkiye kuvvetli, müstakar ve iyi niyetli bir güney siyâseti tatbik etmelidir. Milli menfaatlerimiz bu yöndedir.
Ortadoğu, jeopolitik durumu ve iktisadi zenginlikleri ile, temsil ettiği medeniyeti ve etnik yapısıyla dünya istikrar ve barışının kilididir. Bugünkü durumu ile Ortadoğu, Afrika kıtasıyla beraber, Batı Avrupa’nın sebze, meyve bahçesi, zahire ambarı, maden ve hammadde kaynağı, Avrupa sanayinin muhtaç olduğu ucuz insan gücü kaynağı ve sanayinin çıkardığı malların elverişli pazarı durumundadır. Ortadoğu’nun huzur ve barış içinde bulunması dünya barışı için şarttır. Bu bölge, eski zamanlardan beri Batı Dünyasının ilgilendiği bir bölge olmuştur. İkinci Cihan Savaşı’ndan önce büyük ölçüde İngilizlerin ve onun yanı sıra Fransızların kontrolünde bulunmuştur. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra Nato ittifakı içerisinde yer alan bu devletlerle berâber, A.B.D.’nin kontrolü altına girmiştir. Fakat Sovyetlerin değişen deniz stratejisi ve İsrail Arap zıddiyetinin Araplarda meydana getirdiği tepki dolayısıyla Mısır, Suriye ve Irak’ta Sovyet Rusya’nın tesir ve kontrolü başladı.
Ortadoğu içerisinde Türkiye, coğrafya yapısı bakımından bölgeye gelen ve bölgeden çıkan bütün yollara hâkim bir kale durumundadır. Osmanlı Devleti, birleşik bir Orta Avrupa, Balkan devleti, ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika devleti olarak kurulmuş ve faaliyet göstermiştir. Bu İmparatorluk, bölgede barış, huzur ve büyük kalkınma sağlamıştı. Birbirlerine zıt çeşitli milletleri ve insanları ahenkli bir idâre içinde, onları ezdirmeden yaşatmış ve huzura ulaştırmıştı. İkinci Cihan Savaşı sonunda belirmiş olan Sovyet saldırısı ve tehditleri karşısında A.B.D. ve Batı dünyası Türkiye’nin sağladığı koruyucu örtü ve savunma gücünden yararlanma yolunu tuttular. Yunanistan’la birlikte Türkiye’yi Nato ittifakına alarak, Ortadoğu’daki menfaatlerini bu iki devletin yardımı ile güvenlik altında bulundurma yoluna gittiler. Bu sırada Filistin’de İngiliz ve Amerikalıların da yardımı ile bir İsrail Devleti kuruldu.
İsrail Devleti ve Ortadoğu
İsrail Devleti’nin kuruluşu, Arapların şiddetli tepkileriyle karşılandı. İki bin yıldan beri bir Arap yurdu halinde kalmış olan Filistin’e dünyanın dört köşesinden Yahudi göçmenleri getirip yerleştirilerek, yeni bir devletin kurulması, burada yaşayan Arapların yersiz yurtsuz bırakılarak başka ülkelere kaçırılması, Ortadoğu’yu karıştırdı ve büyük sarsıntılara yol açtı. Bu durum karşısında Araplar yeni İsrail Devleti’ni ortadan kaldırmak için silâha sarıldılar. Fakat müşterek bir komutanlığın koordineli sevk ve idaresinden mahrum oluşları, gerekli şekilde eğitim görmemiş bulunmaları ve modern silâhlardan yoksun oluşları sebebiyle başarılı olamadılar.
Yalnız bu savaşlarda Araplar dâimâ Türkiye’den yardım beklediler. Hattâ Türkiye’nin askeri kuvvetleri ile müdahalede bulunmasını istediler. Araplara din, kültür, tarih ve coğrafya bakımından derin bağlarla bağlı bulunan ve Arap Milletini karşılıksız bir sevgi ile seven Türk Milleti, Birinci Cihan Savaşı’nda Arapların din kardeşliğini hiçe sayarak, Müslüman olmayan yabancılarla Türkler aleyhine işbirliği yapmasından çok kırgındı ve bu olay Türk Milleti’nin kendi sınırları içerisinde bağımsız ve barışçı bir tutumla dış olaylardan uzak bir siyâset izlemesinin de sebeplerini teşkil etti.
Araplarla İsrail arasındaki anlaşmazlık, 30 yıla yakın bir zamandan beri sürüp gitmektedir. Bugün İsrail Devleti bir realite olarak Ortadoğu’da yer almıştır. Bütün dünya Yahudiliğinin destek ve himâyesindedir. Araplar henüz ilimde, teknikte ve içtimai alanlarda kalkınmış değillerdir. Araplarda yeterli bir birlik ve koordinasyon da kurulamamıştır. Bu durumda yabancı büyük devletlerin tesiri altında kanlı savaşlara girişmeleri ve devam etmeleri doğru değildir. İnsanlarını eğitip yetiştirmek, ilimde, teknikte ileriye gitmek, sanayileşmek ve iktisadi kalkınmalarını sağlayabilmek için zamana ve barış içinde planlı çalışmaya ihtiyaçları vardır. İsrail ile her iki tarafın şerefini ve menfaatlerini koruyan bir barış antlaşmasının çarelerinin bulunması hem Araplar için, hem Ortadoğu ve dünya barışı ve huzuru için çok yararlı olacaktır.
Ortadoğu’da Türkiye’nin Gücü ve Görevi
Türkiye’nin Ortadoğu’daki durumu hiçbir ülke ile kıyaslanamayacak derecede önemli ve üstündür. Hem Karadeniz ve hem de Akdeniz’de kıyıları bulunması, iki deniz arasındaki Boğazlara sahip olması, doğusuyla Kafkasya, batısıyla Balkanlı ve Avrupalı bir devlet oluşu, çevresindeki ülkelere hayat veren nehirlerin kaynak ve depolarının Türkiye’de bulunması Türkiye’yi her hususta söz sahibi yapmaktadır.
Topraklarının çeşitli iklim şartlarını toplamış olması, küçük bir kıta niteliği taşıyacak ölçüde genişliğe ve derinliğe sâhip bulunması, kıyılarının geçit vermez, yüksek ve sarp dağlarla kaplı olması onu askeri yönden de çok güçlü yapmaktadır. Memleket nüfusunu teşkil eden Türk halkının sahip olduğu meziyetler ve vasıflar da dikkate alınınca, Türkiye’nin siyâsi ve askeri ağırlığı ve tesirleri daha çok değerlenebilir.
Komşuları Rusya ve İran arâzisi hariç tutulduğu takdirde, Türkiye’nin diğer komşularının toprakları Türkiye ile birlikte mütalaa edilmedikçe askeri mâna ifade edemezler. Meselâ Yunanistan topraklarını ele alacak olursak, bu toprakların bir kısmı deniz ortasında dar ve açık adalardan, ada olmayan kısımlarsa dar ve elverişsiz yarımadalardan, ince uzun arazi şeritlerinden meydana gelmiştir. Bu topraklarda üs kurmak ve bu üslerden savaş zamanında yararlanmak Türkiye ile işbirliği yapılmadıkça mümkün olamaz.
Yunan topraklarında askeri üslerin gizlenmesi, saklanması ve korunması çok zordur. Gerek Akdeniz’e’ çıkış için, gerek Karadeniz’e geçiş için ve gerekse Basra Körfezi ile Süveyş Kanalı istikâmetine başarılı bir harekât yapabilmek için, Kafkasya ve Rusya yönünden veya Balkanlar’dan hareket yapabilmek için Türkiye’yi kontrol altında bulundurmaya ve Türkiye ile işbirliği yapmaya zorunluluk vardır. Bu geniş imkânları ve Yunan toprakları, ne de Suriye toprakları kendi başına sağlayabilir. Diğer bütün komşu memleketlerin toprakları da aynı durumdadır.
Türkiye’nin durumu ve önemi yukarıda belirtilen kısa çizgilerle göz önüne alınınca, son yıllarda karşılaştığımız çeşitli olayları anlamak kolaylaşır. Birbirleriyle mücadele halinde bulunan büyük kuvvetler (A.B.D, Sovyetler Birliği, Batı Avrupa) Türkiye’yi kendi kontrolleri altında bulundurmak istemektedirler. Bunun için de gizli, açık bir çok tedbirlere başvurmaktadırlar. Nato üyesi bulunan ve Batı ile birlikte saf tutmuş olan Türkiye’yi bu durumdan çıkararak Sovyetler bloğuna katmak için, Sovyetler geniş faaliyetler düzenlemişlerdir. Memleketimizde baş göstermiş olan komünist anarşinin hedefi, Türkiye’yi Nato’dan çıkararak bir Demirperde memleketi yapmak olmuştur. Girişilen şiddetli propagandalar, sokak hareketleri, silâhlı faaliyetlerin hepsi bu amaca yönelmiş teşebbüslerdir.
Türkiye’nin Yapması Gerekli Faaliyetler
Türkiye çok enerjik ve olaylara ön alan bir siyâset izlemeli ve süratli kararlar alarak süratli tedbirlere gidebilecek şekilde hazırlıklı bulunmalıdır. Dünyamız gayet hızlı değişmeler ve gelişmeler içinde bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa devletleri ile Sovyetler Birliği arasında son zamanlarda meydana gelen hızlı yakınlaşma hareketleri, diğer siyasi münasebetleri üzerinde de tesir gösterecektir.
Sovyetler Birliği ile adı geçen batılı memleketler arasında hergün çoğalmakta olan ticari ve iktisadi münasebetlerin cinsi, yönü ve ölçüsü, bu devletlerin siyasi hedeflerini ve niyetlerini oldukça aydınlık bir şekilde belirtmektedir. Girişilen yeni pazarlıklarda ve menfaat alış verişlerinde, Türkiye’nin sırtından oyunlar oynanması için, yeni plânlar hazırlayarak çok taraflı çalışmalara girişmek zarureti vardır.
Türkiye, yabancı propaganda merkezlerini çok yakından izlemeli ve bu merkezlerle sıkı bağlantı kurmalıdır. Bu merkezlerin, Türkiye’ye zararlı olmayacak faaliyetler yönünde bulunmalarını sağlamaya çalışmalıdır.
Ayrıca, çok faal bir diplomatik çalışmaya girişilmelidir. Gerek müttefik ve komşu memleketlerle ve gerekse paktlar dışındaki devletlerle yakın dostluk, işbirliği ve propaganda faaliyetleri yürütülmelidir. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, bütün milletlerin hükümetleri üzerinde etki ve baskısı bulunan iç teşekküller hakkında bilgi toplamak ve bunlardan faydalanmak yoluna gidilmelidir.
Dış siyâsette başarılı olmak için Türkiye’nin içeride tam bir birlik ve beraberlik içinde bulunması ve güçlü modern silâhlı kuvvetlere sahip olması şarttır. Bu amaçla yurt içinde, milletle müesseselerin ahenkli bir anlayış içinde oluşturulması ve çalıştırılması dikkate alınmalıdır. Türkiye, Ortadoğu’nun nizam ve huzurunda en tesirli kuvvettir. Kendine düşen rolü ve görevleri bugüne kadar çeşitli hükümetlerin yanlış değerlendirmeleri ve hareketsizliği yüzünden yapamamıştır.
Bunları yapabilmesi için etraflı bir plânlamaya ve hazırlığa girişilmesi gereklidir. Özellikle Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin her yönden en yeni silâh, araç ve gereçlerle donatılmış olması ve eğitilerek her an göreve hazır bulundurulması çok önemlidir. Hava gücünün milletlerin savunmasındaki hayati önemini belirtmekte fayda vardır.
Son zamanlarda gerek Hava Kuvvetlerimizi ve gerekse Deniz Kuvvetlerimizi güçlendirmek için kurulmuş olan vakıflar, çok hayırlı ve isabetli hareketler olmuştur. Ancak yalnız başına “Güçlendirme Vakıfları” ile milli savunmamızın ihtiyaçlarını karşılamak ve özellikle savaş sanayini kurmak mümkün olamaz.
Hükümetlerce sivil alanda Türkiye’nin geniş ve süratli bir şekilde sanayileşmesi başarılmadıkça milli savunma gücümüz büyük güçlükler içinde bulunmaya devam edecektir. Yurdumuzda ağır sanayi, motor sanayi ve bunların ayrılmaz bölümleri olan diğer sanayi kolları kurulmadıkça savaş sanayimiz, temelsiz, dayanaksız ve gelişme imkânından mahrum kalacaktır. Onun için meseleyi, ana hatları ile kuşbakışı kavramak için, bunun her şeyden önce bütün millet hayatını kapsayan bir hükümet ve devlet görevi olarak düşünülmesi gereklidir. Türkiye bu işleri kısa zamanda başarabilecek imkânlara sahiptir.
İnanıyoruz ki, milletimizin yüksek kabiliyetleri ve meziyetleri ile sağduyusu sayesinde, Türkiye’nin birliği ve beraberliği, her çeşit kışkırtmalara rağmen sağlam olarak korunacaktır. Türkiye yükselmeye ve gelişmeye devam edecektir. Türkiye’nin güçlenmesi ve kalkınması, gerek Ortadoğu için, gerekse dünya huzur ve barışı için çok yararlı olacaktır.
Alparslan TÜRKEŞ