Yeni Türkçenin Millileştirilmesi ve İşlenmesi – Ziya Gökalp

Bazıları, yeni Türkçe‘yi, yalnız oluşsuz ilkelere sahip zannederler: Dilimizde, Osmanlı edebiyatının soktuğu fazla ve zararlı birçok sözler çekimler tamlamalar, edatlar vardır. Yeni Türkçe, yalnız fazla unsurların dilimizden çıkarılması ile meydana gelemez. Bu hedef, yeni Türkçe‘nin yalnız olumsuz amacıdır. Yeni Türkçe‘nin, olumlu amaçları da vardır. Çünkü eski Osmanlıca’nın hastalığı, yalnız, fazla sözleri çekimleri, kelimeleri, edatları içermesinden ibaret değildi. Hastalık bundan ibaret olsaydı, bu fazla unsurları atlamak dilimizi kolayca tedavi etmeyi başarabilirdir. Halbuki eski Osmanlıca’nın ikinci bir hastalığı da, birçok kelimelerin eksik bulunmasıydı. Türkçülüğün çıkışına kadar, dilimizde, yazılamaması, edebiyatta da dünya şaheserlerinden hiç birinin açık ve doğru çevirisinin açık ve doğru yapılamaması bu eksikliğin canlı kanıtlarıdır.

O halde dilimizin tam bir iyileştirmesi bu eksik kelimelerin aranıp bulunması ile ve dilimizin organizmasında yerli yerine konulması ile mümkündür. İşte, yeni Türkçe‘nin olumlu gayesi bundan ibarettir.

Yazı dilimizde eksik olan kelimeler, iki kısımdır.

1- Milli deyimlerdir. İstanbul’da ve Anadolu’da kullanılan birçok deyimler özel tamlamalar kural dışı özellikler ve cümleler vardır ki henüz azı dilimize girmemiştir. Halbuki dilimizin milli zenginliğini, güzellik hazinelerini bunlar oluşturur. Her şehrin öğretmenleri ile Türk Ocakları ve Etnografya Müzesi bu özel deyimleri toplamağa çalışırsa, bunlardan birçoğunu elde etmek mümkün olur. Halk kitaplarında, halk masalları, halk şiirlerinde ve atasözlerinde bu gibi deyimlere ve dil özelliklerine çok rastlanır. Özellikle Dede Korkut Kitabı’ndan, bu bakımdan, çok yararlanabiliriz. Çünkü bu kitap, Oğuzların “liyada”sı niteliğindedir ve dili de eski Oğuzcadır. Demek ki, bize özgü Türkçe‘nin anasıdır. Bu kitap, hiç değiştirilmeksizin, yeni yazım ile, düzenli ve okunaklı şekilde yeniden basılırsa, yeni Türkçe‘mizin zengin bir hazinesi olacaktır. Başka Türk lehçeleri ile yapılacak karşılaştırmalar da, bize Türk şivesinin birtakım ortak özelliklerini gösterebilir. Mesela Orhon Kitabesi’nde işimi, gücümü kime vereyim? İlim, törem hani?, beyli budunlu gibi deyimler görüyoruz.

Bu deyimlerin birincisi hala dilimizde (iş,güç) biçiminde kullanılmaktadır. İkincisi tarzında birçok deyimlere rast geliriz: Oymağımız, töremiz, yurdumuz, ocağımız, evimiz, barkımız, soyumuz, sopumuz gibi. Üçüncüsüne benzeyen deyimlerimiz de şunlardır: İrili Ufaklı; büyüklü küçüklü.

Bunlardan başka, Kırgız-Kazakların Manas Destanı ve diğer Türk dillerinin masalları ile şiirleri bize Türk lehçelerinin ortak ve özel şivelerini gösterebilir.

2- Yazı dilimizde eksik olan kelimelerin ikinci kısmı milletlerarası kelimelerdir. Bir millet hangi medeniyet topluluğuna hangi milletlerarası birliğe üyeyse onun bütün ilmi kavramlarını, felsefi görüşlerini, edebi hayallerini ve lirik duygularını ifade edecek özel kelimeler sahip olması da gerekir. Türkler, şimdi, Avrupa Medeniyeti’ne kesin bir biçimde girmeğe kararlı olduklarından bütün Avrupalı kavramları ve anlamları ifade edecek yeni kelimelere gerek duymaktadırlar.

Bu sözcüklerin dilimizde oluşması için ne yapmalı? Bunun için en verimli yol, Avrupa dillerinde yazılmış olan bütün yazınsal başyapıtlarla bilim ve felsefeyle ilgili monografilerin yeni Türkçe‘ye birinci derecedeki üslupçular eliyle, büyük bir özenle çevrilmesidir. Bu çevirilerle birlikte, yeni Türkçe‘ye birçok sözcükler ve anlatım yolları girdikten başka, birçok dil incelikleri ve akıcılıkları, dilbilgisi öğeleri, sözdizimi olanakları, duygusal ve gizemli anlamları anlatacak yeni yetenekler de girecektir. Böylece yeni Türkçe, hm en yüksek düşünceleri hem de en içten ve özgün duyuşları anlatma gücünü kazanacaktır.

Tercüme sırasında yurdumuzda büsbütün yeni olan birçok kavramlara ve anlamlara rastlanılacağından bunlar için karşılıklar bulmak gerekecek. Bunun için ne yapmalı?

Önce, bu anlamların kelimeleri yazı dilimizde yok olsa da, alet isimleri dilimizde çoktur. Coğrafi durumları anlatacak kelimelerse, oldukça çoktur. İçten duyuları sezdirecek duygusal kelimelerimiz de oldukça vardır. Demek ki, terimler ve yeni anlamları için, önce halk diline başvurmamız gerekir.

Bu kaynağa başvurduktan sonra bulamadığımız yeni anlamlar kalırsa o zaman, Türk edatları, çekimleri ve tamlama kuralları ile yeni kelimeler yaratmağa çalışmalıyız. Bu araç da yetişmezse, o zaman, zorunlu olarak, arapça ve farsçaya başvurarak bunlardan yeni kelimeler alırız. Fakat şu şartla ki, alacağımız kelimeler tamlama halinde bulunmamalı, tek kelime halinde olmalıdır. Mesela, evvelce ilm-i menafiü’l-azam denilen fizyolojiye, şimdi, tek kelime ile gariziyat deniliyor. Bunun gibi, ilmü’l-arz’a arziyat (Jioloji), ilm-i hayat’a hayatiyat (biyoloji), ilmü’l-ruh’a ruhiyat (psikoloji) deniliyor. Bugün arapça yat edatı ile bütün yeni bilimlere kolayca isimler takabiliriz. Asuriyat, Mısrıyyat, Cumudiyat vb.

Bununla beraber, bazı yabancı kelimeleri aynen kabul etmemiz de gereklidir. Bunlar da iki bölümdür, birinci bölüm, bir millete veya bir devre yada mesleğe özgü özel durumları anlatan kelimelerdir ki, bunlardan hiçbir dile çevrilmemiş bütün diller tarafından olduğu gibi benimsenmiştir. Feodalizm, şovalyelik, rönesans, reform, jakobenlik, sosyalizm, bolşeviklik, aristokrak, demokrat, diplomat, tiyatro, roman, klasik, romantik, dekadan vb.

İkinci bölüm teknik ve sanayiye ait her türlü alet, makine, eşya adlarıdır. Bunlar çoğunlukla doğrudan doğruya hak tarafından alınır ve bunlar da diğer milletler tarafından aynen kabul edilmiş tercümelerine çalışılmamıştır: Vapur, şimendifer, telgraf, telefon, tramvay, gramofon ve benzerleri gibi.

Yeni Türkçe‘nin modern bir dil olması için, yapılması gereken bir iş daha vardır. Fransızca’dan Türkçeye sözlükleri inceleyince görürüz ki, Fransızca kelimelerin her anlamı için, Türkçe‘den birkaç örnek gösteriliyor. Halbuki, her anlam için yalnız bir kelimemizin bulunması yeterlidir. Karışlıkların böyle çok olması, ilk bakışta, dilimizin zengin olduğunu gösterir. Oysa ki, iş öyle değildir. Sözlüğün başka sayfalarındaki başka kelimelere bakacak olursanız, aynı kelimeleri görürsünüz. Böylece bir Türkçe kelimenin birçok Fransızca kelimeye karşılık sayıldığını görürsünüz. Bundan anlaşılıyor ki Fransızca kelimelerin dilimizde tam, belirgin açık karşılıkları yoktur.

Aynı zamanda, herhangi bir dilin mükemmel oluşu da, her kelimesinin yalnız bir anlama her anlamının da yalnız bir kelimeye sahip olmasıyla meydana gelir. O halde, yeni Türkçe‘yi, her kelimesi yalnız bir anlama gelecek ve her anlamı da bir tek kelimeye sahip olacak hale sokmalıyız. Avrupa dilleri, birbirlerinden kolayca çeviri yapabilirler: Çünkü İngiliz, Alman, Rus, İtalyan vb. dillerinin her kelimesi Fransızcanın bir tek kelimesine karşılık gelircesine bu diller arasında bir paralellik meydana gelmiştir. İşte bir de yeni Türkçeye bu biçimi vermeğe çalışmalıyız. Bu esas üzerine bir Türk lügati ve bir de Türkçe‘den Fransızca’ya ve Fransızca’dan Türkçe‘ye sözlükler meydana getirmeliyiz.

Yapılacak Türk sözlüğünde kelimelerin Türkçe, Arapça, Farsça olduklarını göstermek doğru olamaz. Çünkü bir milletin sözlüğüne giren kelimeler, artık o milletin milli diline mal olmuştur. Bu kelimelerin ne biçimde oluştukları yalnız nereden türediklerini gösteren ve parantez içine alınan kısaltmalarla anlatılır. Yeni Türkçe‘nin yazılacak yeni gramerinden de Arapçanın ve farsçanın gramer ve sentaks kuralları çıkarılarak, kitabın sonundaki türeme kısmına konulmalıdır.

Yeni Türkçe, önce dilimizi gereksiz Arapça ve Farsça deyimlerle tamlamalardan temizlemek ikinci olarak, ona, henüz varlıkların bilmediğimiz milli deyimleri ve anlatım biçimlerini; üçüncü olarak ise, henüz sahip olmadığımız için yaratmak zorunda olduğumuz milletlerarası kelimeleri eklemekle meydana gelecektir. Bu tür işlemden birincisine temizleme, ikincisine millileştirme, üçüncüsüne işleme adlarını verebiliriz.

Ziya GÖKALP

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir:

Başa dön tuşu
Anasayfa »