Türk halkları musiki folklorunun bugün iki ve yekdiğerinden tamamiyle ayrı köklerden beslenen alanları vardır: kuzey ve güney alanı. Güneydeki alana aşağı yukarı 50 derece kuzey enlemine kadar Arapların makam nizamı kendine has ses renkleri (chromatisme) ve “gam’îarın muharrip inip çıkışları ile revaçtadır. Bu musiki Müslümanlıkla birlikte yayılmıştır. En eski Türklük bakımından bu bizi ilgilendirmez. Eski Türklük bu musikiye yabancı olurdu.
Temel menşei andıran, “autochton” halk musikisi daha çok kuzeyde Volga-Ural ve Sibirya çevresinde kalmıştır. Bununla beraber, güney Türk kavimlerinin göçebe hayat süren ve şehir kültürü tesirinden uzak kalan Yürük Türkmen unsurlarında, ötede beride eski üslûp geleneklerinin yaşadığı kabul edilebilir. Birkaç genç Türk araştırıcı ile 1936 yılında Béla Bartôk’un Anadolu gezisinde topladığı malzeme bu sonucu göstermektedir.
Kuzey Türklerinde, başta Tatarlarda, Çuvaşlarda ve onların kültür tesiri altında kalan Volga çevresi Fin asıllı Çeremislerde bu ortak musiki özellikleri şunlardır:
Yarı sesi olmayan pentatonik, diğer tabirle a, b, c, d, f’den ibaret beş sesli “gam’lar düzeni, (quint adım), simetrik dört satırlı ve inişli taganni, diğer tabirle, taganniye en yüksek perdeden başlayıp, tedricen alçalma ve sonunda en derin sesle bitirme.
Macarlar arasında Macar halk musikisinin en eski üslûbu Transilvanya’daki Székelylilerde kalmış olup zikri geçen Türk halk musikisi tabakasındandır. Mezöség ve Moldva’daki Çangolar vasıtası ile bu musiki komşuları olan Romenlere de tesir etmiştir. Bu Macar musikisi büyük ihtimale göre, eski anayurdun bir mirasıdır. Bu sonuca göre, Kodâly, Szabolcsi ve Bartök’un Macar halk musikisinin eşlerine Volga çevresinde ve Güney Anadolu Yürükleri arasında rastlamalarına hayret etmemek gerekir. Kodaly’a göre “en azından bir-iki yüz havada bu temel musiki dili bozulmadan kalmıştır”. “Doğu mirasını en temiz şekli ile yaşatan bu havalar unutulmaya yüz tutmakla beraber, yeni musiki üslûbunda uzvî gelişmesini ve devamını müşahede etmekteyiz”.
Bugünkü Türklük musiki aletleri arasında şimdi ve eskiden kobuz (Macarca koboz) başta gelir. Uygur edebiyatında ve Mahmud al-Kâşgarî sözlüğünde de geçer. Bu sözcük aslında Türkçedir. Küçük tipte “lanta” biçimli bu musiki aletinin Orta Avrupa’da muhtemelen 4-5 sistemine göre ayarlanmış çift teli vardı. Bunlar quart (gamda dört notalık aralık) yahut quint (beş notalık aralık) üzerine düzenlenirdi. Bu alet Asya ve Avrupa’da, adı ile birlikte geniş alanda Çin’den Orta Avrupa’ya kadar yayılmıştı. Koboz tabiatı ile her yerde aynı alete âlem olmuş değildir. Meselâ Radloff’a göre bugünkü Kırgızlarda kobys iki telli, kemana benzeyen bir musiki aletidir.
Diğer en eski Türk musiki aleti çifte kavaldır. Bu kaval Macaristan’da J#noshida kazısında bir Avar mezarından çıkarılmıştır. Kaval turna kemiğinden gayet sanatkârane yapılmıştır. Bu özelliği, kavalın her yerde ve pek eskiden kullanıldığını, geleneği olduğunu gösterir. Bu çeşit çifte kavallar şimdi Kafkasya’da ve bilhassa Volga çevresinde yaşayan halklar arasında kullanılmaktadır. Bartha’ya göre Çinden Batı Avrupa’ya kadar her yerde rastlanan bu musiki aletinin ana yurdu, büyük ihtimalle, Altay-Ural arası alanıdır. Türklüğün Anayurdunun da burası olması gerektiğini daha önce anlatmıştık.
2-5 delikli Avar kavalının “tonimetrik” incelenişi, eski Avar gamlarının mahiyetini tesbit hususunda belki destek olabilir. Kadim Macar sip (şip)=düdük, kaval sözünün de Türkçeden geçtiği gösterilmiştir.
Prof. Dr. László Rásonyi, Tarihte Türklük.