Laiklik Nedir? İslama Uygun Mudur?

Laiklik nedir? Laiklik, Fransa’da doğmuştur. Fransızca’da dinî kuruluşların hakimiyetinden bağımsız olan kuruma Laik (laic veya laique) denir. Bu ülkede dinî kuruluş deyince Katolik kilisesi anlaşılır. Lâiklik mücadelesi hırıstiyanlığa karşı değil, kiliseye karşı verilmiştir.

Kilise, Allah adına hareket ettiğini öne sürerek kralı, hükümetleri ve valileri belirlemede ve göreve getirmede kendini yetkili görmüştür. Bugün, seçilmiş kişilere yemin ettirmekle bu yetkisini az da olsa sürdürmektedir. Fransız tarihi, kiliseye karşı verilmiş mücadelelerle doludur. Kilisenin devlet üzerindeki egemenliğini kırma çabaları XIV. yüzyılda başlamıştır.

Laiklik mücadelesinin dine karşı verilmediğinin en önemli göstergesi, Fransa’da kurucu meclis üyeleri tarafından hazırlanan ve Ağustos 1789’da kabul edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 10 ve 11. maddeleridir. Bu maddeler şöyledir:  Hiç kimse, dinsel inançları dahil, inançlarından dolayı rahatsız edilemez; elverir ki, bu inançların açıklanması yasa tarafından sağlanan kamu düzenini bozmasın. 

Düşünce ve inançların başkalarına özgürce iletilmesi insanın en önemli haklarından biridir; her yurttaş özgürce konuşabilir, yazabilir ve bunları basıp yayabilir; bu özgürlüğün kötüye kullanılmasından ancak yasaca belirlenen durumlarda sorumlu olur.

Bu bildirge, 1791 tarihli Fransız Anayasası’nın başlangıç bölümü olmuştu. Bu anayasa, Katolik Kilisesinin imtiyazlarına son vermeyi ve protestan, yahudi veya dinsiz olanların haklarını, özellikle din ve vicdan hürriyeti adına her çeşit dinî görüntüyü eşit görmeyi hedefliyordu6. Çünkü kilise bir başka din mensubuna hayat hakkı tanımazdı.

Bildirgenin başlangıcında insan hak ve hürriyetlerinin önemi şu ifadelerle belirtilmektedir: “Fransız halkının, Ulusal meclisi oluşturan temsilcileri, halkın mutsuzluklarına ve hükümetlerin yozlaşmasına tek neden olarak, insan haklarının bilinmemesini, unutulmasını ve çiğnenmesini gördüklerinden insanın doğal, vazgeçilmez ve kutsal haklarını resmi bir Bildirge ile açıklamaya karar verdiler..”

Burada özgürlüğün tanımı yapılmış ve yasa ile gereğinden fazla sınırlanmaması için Bildirge’ye madde konmuştur. İlgili maddeler şöyledir: Madde 4. Özgürlük başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmek demektir. O halde her insanın doğal haklarının kullanılması ancak, toplumun öteki üyelerine sağladığı aynı nitelikteki haklarla sınırlanır. Bu sınırlar ancak yasayla belirlenebilir. Madde 5. Yasa yalnızca topluma zarar verici eylemleri yasaklar. Yasa tarafından yasaklanmayan hiç bir şeye engel olunamaz ve hiç kimse yasanın emretmediği bir şeyi yapmaya zorlanamaz.

Türkiye’deki resmi belgelerde de lâiklik dine karşı değildir. Anayasa’nın 2. maddesi şöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Demek ki, lâiklik Türk Devleti’nin bir özelliğidir. Devletin bir başka özelliği de insan haklarına saygılı olmasıdır. Anayasa’nın 24. maddesi her vatandaşa vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyeti tanımıştır. Yani Anayasa, lâikliğin devletin bir özelliği olduğunu, vatandaşın dindar olabileceğini kabul etmiştir.

Anayasa’nın 26. maddesi de düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti vermiştir. Maddenin giriş cümlesi şöyledir: “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir…”

Anayasa’nın böyle olması tabiidir. Zaten İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesi şöyledir: “Hakları güvence altına alınmamış, kuvvetlerin ayrılığı belirlenmemiş toplumların anayasaları yok demektir.”

1948’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de düşünce vicdan ve din hürriyeti konusunu karara bağlamıştır. Bu madde dini, ne sosyal alandan ne kamu alanından ne de başka bir alandan soyutlar. Böyle bir şey zaten düşünülemez.

Dindar kişi, dininin emrini bırakarak başka kişilerin emrini yerine getiremez. Eğer yerine getirmek zorunda kalırsa ya gizlice ya da açıktan buna karşı koyar. Bu da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin giriş kısmında belirtildiği gibi “…halkın mutsuzluklarına ve hükümetlerin yozlaşmasına..” sebep olur.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. maddesi şöyledir: “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu herkes için yalnız ya da topluca, gerek kamu önünde gerekse özel olarak öğretimle, uygulamalarla, tapınmayla ya da dinsel yükümlülükleri yerine getirerek dinini ya da inancını ortaya koymak özgürlüğünü de içerir.

Anayasa’nın Başlangıç’ında da; “.. lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı..” ifade edilmiştir. Demek ki vatandaşa hizmet götürülürken dinî inançlarına göre ayırım yapılamaz.

Bu, İslam’da zaten vardır. Bu konuda sabıkası olmayan bir dinin mensubuyuz. Dinimiz insanlarla ilişkilerde onların dinlerinden kaynaklanan bir ayırıma izin vermez.

Laiklik ve İslam

Bütün bu durumlara göre laiklik, dine karşı değil devletin dinî kurumların hakimiyetine girmesine karşıdır. İslam’da devleti hakimiyeti altına alacak bir dinî kurum yoktur. Fransa’da kiliseye karşı yürütülen laiklik mücadelesi bir kaç asır sürmüş ve çok kanlı olaylar meydana gelmiştir ama Türkiye Cumhuriyeti lâikliği kabul ederken hiçbir dinî kuruluşun tepkisini almamıştır. Çünkü İslam’da hem devleti hakimiyeti altına alacak bir dinî kurum yoktur hem de lâiklik için yapılan yukarıdaki tanımların İslam’a aykırı bir yanı yoktur.

Ayrıca İslam’da ruhban sınıfı da bulunmaz. Hiç kimse bu dini, insanlar üzerinde nüfuz sağlamanın aracı olarak kullanamaz. Camiler de kilise teşkilatı gibi değildir. İslam, inançlara baskı yapılmasını kabul etmez. Bir kimsenin müslüman olması tamamen kendi kararına bağlıdır.

Bunun için bir dinî kuruluşun onayı aranmaz. Vaftize benzer bir törenin yapılması da söz konusu değildir. Çünkü İslamda ne din adamı, ne de bir başka kişi Allah adına hareket edebilir. Allah müslüman olmayı öyle bir kaideye bağlamıştır ki, buna kimse karışamaz. Çünkü dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz.

Kiliseye benzer bir teşkilatı olmayan, din adamlarını birer ruhanî lider değil, sadece din konusunda toplumu aydınlatan ve onlara örnek olmaya çalı- şan kişiler olarak gören ve kapısını teokrasiye tamamen kapamış olan bir dinin yaygın olduğu yerde lâiklik ne anlama gelebilir? İşte problem tam bu noktada doğmaktadır. Burada lâikliği İslamın alternatifi sayan ve onu dine karşı kabul edenler ortaya çıkmaktadır.

Laiklik Adı Altında Din Düşmanlığı Yapanlar

Türkiye’de, azımsanmayacak oranda ateist, yani hiç bir dini kabul etmeyen insanlar vardır. Kimileri de dine uzak dururlar; ondan beğendiklerini alır beğenmediklerini kenara iterler. Bunlar etkin konumdadırlar. Ateistler din ile ilgili her görüntüyü lâikliğe aykırı sayarken dine uzak duran kişiler, kendilerinin hoşlanmadığı dinî görüntüleri laikliğe aykırı sayıp ortadan kaldırmaya çalışırlar. Bunlar laikliği dinî bir kurumun hakimiyetine karşı mücadele olmaktan çıkarıp doğrudan dine karşı mücadeleye dönüştürmüşlerdir.

Onlara göre Allah’ın sosyal ve kamusal alanla ilgili emirleri uygulanamaz. O alanda yetkili olan kendileridir. Bunu açıkca söylemezler ama söz, davranış ve uygulamalarına başka bir anlam verme imkanı yoktur. Özel alanı da ilgilendirse, kendi karar ve uygulamalarına, dine aykırı diye karşı çıkılmasını asla kabul etmezler. Onların görüşlerine aykırı düşen dinî emir ve uygulamalar ya değiştirilmeli, ya da yürürlükten kaldırılmalıdırlar. Onların saygı duydukları din, kendi anlayışlarına uyan dindir. İslam dini konusunda karar mercii, Kur’an, sünnet ve din bilginleri değil, kendileridir. Yani insanlar, ancak onların müsaade ettikleri kadar dindar olabilirler.

Vicdanlara sıkıştırılmak istenen din, İslam dini olunca ona karşı mücadele çok zor olmaktadır. Çünkü İslam’a karşı çıkmak her şeyden önce evrensel değerlere karşı çıkmaktır. Zira İslam’ın istediği şeyler, insan tabiatı ve sosyal hayatla, yani bütün evrensel değerlerle tam bir uyum içindedir. Çünkü bu din, o değerleri koyan Allah’ın dinidir. Kur’an’da şöyle buyurulur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına (yaratma kanununa) çevir. O İnsanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)

Bu sebeple onlara lâiklik tanımından, insan haklarından, anayasa ve yasalarla tanınmış haklardan ve evrensel değerlerden bahsettiğiniz zaman ülkenin özel şartlarını ileri sürerek kabul etmezler. Laiklik devletin bir özelliği iken onu kendilerine ait bir özellik olarak belirtir ve “Ben lâikim, sen laik değilsin.” gibi ifadeler kullanırlar.

İnsanları da “laik olanlar ve olmayanlar” diye ikiye bölerler. Bunlar kendi vicdanlarına karşı da rahat değillerdir. Vicdanlarını rahatlatmak için zaman zaman yaptıklarının doğru olmadığını söyleyenler çıkar. İşte bütün huzursuzlukların temelinde bu yanlış anlayış ve davranış vardır. Bunlarla yapılacak en etkili mücadele, bıkmadan doğruları anlatmaktır. Çünkü evrensel değerlere karşı mücadele ta başından kaybedilmiş bir mücadeledir. Eğer o değerlerin samimi savunucuları varsa onlar, kısa sürede başarıya ulaşırlar.

Alıntı: A. Bayındır, Din ve Devlet İlişkileri Teokrasi ve Laiklik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir:

Başa dön tuşu