Türkler, Askeri bakımdan da Çin ve Bizans’tan geri değildiler. Göçebe Türk kavimlerinin, ordu teşkilatı, techizi ve taktiği bakımlarından Çin, Roma, Bizans ve Rus’lara ne derece müessir olduklarını ilerdeki bahislerde sırası geldikçe göreceğiz.
Çin kaynaklarına göre, İmparator Yang-ti (605-615), Çinlilere, Türklerin gözcü koyma, tabur kurma tarzlarını tavsiye ile kalmıyor bu tavsiyeyi hayvanları otlatma ve yaşama şekillerine kadar teşmil ediyor.
Atlı göçebelerin kendilerine has tekmil yaşayış tarzı; büyük hararın ve sürülerin bakımı, büyük sürek avları bir çeşit savaş idmanı sayılabilir. Teşkilatlanma, binicilik, ok atma kabiliyetlerini geliştirmek için, yükseliş hamleleri, diğer tabirle tebaanın teşkilatlandırılması, yabancı komşuları haraca bağlamak için yapılan seferler, bol fırsat sağlıyordu. Onlarda, milli tesanüd duygusu, milli gurur ve milli gururun icabı kahramanlık çok erken gelişti. Bütün bunları Göktürk yazıtları çok iyi aksettirir. Bu kavimlerin olağanüstü başarılarının sırrını anlayabilmek için, çok eski veya nispeten yeni ve birbirinden dil, coğrafi saha, zaman bakımlarından ayrı kaynakların yukarıdaki görüşü teyit eden haberlerini zikretmeden geçemeyeceğiz.
Türk kavimlerini fatih yapan bu kahramanlık ve askerlik ruhu Hiung-nulara müteallik Çin kaynaklarında da inikas eder. M.Ö. 36’da savaşta ölen Hun hükümdarı Çi-çi’nin muazzam ve kendisini imha edecek Çin hücumunu beklerken aşağıdaki hitabede bulunduğu rivayet edilir:
“Boyun eğmeyeceğiz. Zira öteden beri Hiung-nular kuvveti takdir eder, tabi olmayı hakir görürler. Savaşçı süvari hayatımız sayesinde adı yabancıları titreten bir ulus olduk. Zira bilirler ki, savaşta muhariplerinin kaderi ölümdür. Biz ölsek de, kahramanlığımızın şöhreti kalacak, çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaklardır”.
Daha sonraki Çin kronikaları Göktürkler hakkında şunları yazarlar: “Savaşta ölmeyi şeref sayarlar, hastalanarak ölmekten utanırlar”.
Türklerin mukavimliği, kanaatkarlığı ve savaş araçlarını kullanmaktaki maharet ve idmanlı bulunuşları çok eski çağlardan itibaren Batılı komşuları arasında da ün salmıştır. Bizanslı Prikopios V. yüzyılda Sabirler hakkında şunları söyler: “Yerin sırtında insanlar yaşamaya başlayalıdan beri ne Yunanların ve ne de İranlIların kafasından, Sabirlerin kullandığı silahlar çıkmadı” der.
Muasır Arap ve Farklar, Türklerin gittikçe artan tarihi rolleri kendilerini gölgelendirmesine rağmen, onların birçok üstünlüklerini tanımaya mecbur oldular. Basralı Câhiz (vefatı 864) IX. yüzyıl ortalarında kaleme aldığı meşhur Risalesi’nde Türklerden sitayişle bahseder. Bundan birkaç cümleyi zikredelim:
“Eğer üstünde dayanmaya gelince, sınır eri, postacı, muhafız, mutaassıp bir harici (mezhep mensubu) bütün meziyetlerini bir araya getirseler bile alelade bir Türk ile boy ölçüşemezler.
Ahlaki vasıfları ise maddi değerlerini de aşar: Enerjik, canlı, faal ve zekidirler, kanaati miskinlik, savaştan feragati tereddi sayarlar.
Yeryüzünde, harpte sorumluluk la’netine uğramayan tek kavimdirler. Yurtseverlik, her kavmin taktir ettiği, bütün insanlığa şamil bir meziyettir. Bilhassa bu duygu Türklerde çok kuvvetlidir”.
XI. yüzyılda diğer bir Arap müellif İbn Hassul Türkler hakkında ayrı bir risale yazmıştır. Diğer konular arasında aşağıdaki satırlara rastlanır:
“Bütün kavimler arasında şecaat, cesaret bakımından Türklerden üstün, büyük hedeflere ulaşmak için onlardan daha dirayetli hiçbiri yoktur. Cenab-ı Hak onları arslan sıfatından yarattı.
Onlar bozkırlara, otsuz ve ocaksız çöllere de alışıktırlar. Zaruret halinde, pek aza kanaat getirerek gün geçirecek derecede dayanıklıdırlar. Göbeği kesildiği andan itibaren Türk, askerin başbuğu, bölgenin emiri olmaktan ve kendini zahmetli duruma sokmaktan başka birşey düşünmez”.
Bir Fars yazarından da iktibas etmeden geçemeyeceğiz: 1206’da yazılan Tarih-i Mubarekşah’a göre, yabancı bir ülkeye giden garibi fena akibet bekler. Bunun aksine Türkler “Müslüman bir ülkeye ulaştıkları zaman, orada saygı ve takdir görürler. Emir ve orduya kumandan olurlar.
Hazreti Adem’den beri bugüne kadar, para ile satın alınan esirlerin sultan olduğu hiçbir yerde görülmemiştir. Türkler müstesna.
Türkler denizin derinliğinde midye kabuğu içinde saklı inciye benzerler. Değerinin takdir edilmesi için denizi bırakarak kralların tacını, gelinlerin kulağını süslemesi gerekir”.