Türklerin Benimsediği Siyasi-İtikadi Mezhepler

Prof. Dr. Sönmez Kutlu

Türkler arasında faaliyet gösteren mezhepler, sırayla Hariciler, Mürcie, Mutezile, Şia, Zeydiye, İsmaililik, Ehl-i Sünnet’in Matüridi ekolü, Eş’ari ekolü ve Hadis Taraftarları olmuştur. Bunlardan Hariciler, Mu’tezile, Eş’arilik ve Hadis Taraftarları bir ekol olarak tarihe karışırken Matüridilik ve Hanefilik Türklerin çoğunluğu tarafından benimsenen mezhepler olmaya devam etmiştir.

Haricilik, Türk bölgelerinde önemli faaliyetlerde bulunmuşsa da onları kendi tarafına çekmekte başarılı olamamıştır. Zeydiliğin ise, Türklerle ilk teması Harun Reşid döneminde, Yahya b. Abdillah’in 170 kişilik taraftarıyla, önce Rey’e, oradan, Cüzcan ve Belh’e, daha sonra Mâverâünnehir’de Türk meliki Hakan’a sığınmasıyla başlar.

Bu faaliyetlerin neticesinde Türkler arasında kısa süreli destek almış ve bu görüşü benimseyenlere Alevi Türkler denmiştir. Bu dönemde Türklere sığınmış Zeyd b. Ali’nin neslinden olan kimselere Alevî oenmiştir. Ancak bu kullanımın bugünkü Alevî kullanımdan farklı olup Zeydî Türkler anlamına gelmektedir.

Türkler arasında İsmailî dailerin de, Samaniler döneminde propagandaları söz konusudur. Hatta Nesef, Buhara ve Semerkand’da önemli olaylar yaşanmıştır. İsmaili alimler, Horasan, Buhara ve civarında pek çok kişiyi İsmaililiğe döndürmeye çalışmakla kalmadı; Samanî Devleti’nin yöneticilerden bazılarını dahi etkilediler. Daha sonra bu kişiler tespit edilerek Türkistan’da takibata uğramışlardır. İsmaililerin Türkler arasındaki faaliyetleri Hassan Sabbah yönetimindeki Nizarî İsmaililerle sürmüştür.

Selçuklular bu hareketin bastırılması için uzun yıllar mücadele vermiştir. İsmaililikten ayrılarak daha sonra müstakil bir mezhep haline gelen Dürziliğin adına nisbet edildiği kişi Neştekin ( Anuştekin ) ed-Dürzî ( ed-Derezî ) Buharalı bir Türktür ve onun 407/1016’da Mısıra geldiğinden bahsedilmektedir. Ancak kaynaklarda Dürzî mezhebinin Türkler arasında yayıldığına dair her hangi bir bilgiye rastlanmaz. Muhtemelen o, Mısır’a gelmeden önce İsmaili mezhebi mensubuydu.

İsmalilik, sonraki dönemlerde Türk dünyasını tehdit eden büyük bir tehlike haline gelmiştir. Özellikle Nizari İsmaililerinden Hasan Sabbah, fedai teşkilatıyla İran, Irak, Suriye, Anadolu ve diğer bölgelerde terör estirdi. Hasan Sabbah’ın fedaileriyle etrafa saldığı dehşet, Hulagu’nun Alamut kalesini zaptıyla tesirini oldukça kaybetti ise de, firka olarak mevcudiyetlerini, özellikle İran, Suriye ve Orta Asya’da korudular.

Onikiimamiyye Şia’sı da Safeviler döneminde etkili olmaya başlamış ve Azerbaycanlı Türkler, genelde Şiiliği benimsemiştir. İslam’da akılcı bir ekol olarak bilinen Mutezile’ye gelince, onların Türkler arasındaki ilk faaliyetleri, mezhebin kurucularından Vasıl’ın propogandai olarak gönderdiği Hafs b. Salim tarafindan Tirmiz’de başlatıldığı söylenmektedir. Bu faaliyetler Sumâme b. el-Eşras ve Ebû’l-Kasım el-Ka’bî (319/931) tarafından devam ettirilmiştir. Ka’bî, asıl memleketi olan Belh’e döndükten sonra da, kendi mezhebinin fikirlerini savunmaya devam etmiş ve bu konuda eserler yazmıştir. Mezhebin bu bölgede yayılmasında, onun eserleri önemli rol oynamıştır. Mâtürîdî ile onun arasındaki tartışmalar uzun süre devam etmiş ve birbirlerini eleştiren eserler kaleme almışlardır. O, özellikle Nesef’te büyük ilgi görmüştür. Bu ekol, asıl güçlü çağını Selçukluların ilk dönemlerinde yaşamıştır.

Mu’tezile, devletin en önemli makamlarından birisi olan Vezirlik makamına kadar yükselmiştir. Onların böyle bir makama getirilmeleri, fıkıhta Hanefi olmaları dolayısıyladır. Selçuklu Devleti’nin Padişahı Tuğrul Bey’in veziri Amidü’l-Mülk Ebu Nasr Kündürî bir Mu’tezili idi. 436 yılından 455 yılına kadar 19 yıl süren bir dönemde toplam dörtyüz Eş’ari kadı görevden alınarak bazıları bir süre hapsedilmiş, daha sonra hapisten çıkarılıp sürgün edilmişlerdir.[56] Ancak Eş’arilerin zaferiyle, onlar bu görevden uzaklaştırılarak mahkum edilmişlerdir. Bununla birlikte Eş’arilik, her ne kadar kendi teolojilerinin okutulduğu Nizamü’l-Mülk medreselerini açmışsa da, onlar da Türk kavimleri arasında güçlü bir ekol haline asla gelemediler.

Ayet ve Hadisleri, zahiri anlamlarına göre yorumlayan ve akıl yürütmelere dine sonradan sokulan şeyler olarak bakan Hadis Taraftarları da, hadislere aşırı kutsiyet atfetmeleri ve bütün mesailerini bu yolda harcamaları sebebiyle bölgede belli ölçüde taraftar bulmuştur. İlk dönemlerde bu hareketler, Türk kavimleri arasında az sayıda da olsa taraftar toplamışlardır. Ancak hiç bir zaman ulema ve halk arasında Mürcie ve onun devamı niteliğinde olan Matüridilik kadar taban bulamamıştır.

İslam’ın ilk üç asrında Orta Asya’daki halklar tarafından benimsenen en güçlü mezhep, kendilerinin İslamlaşmasında önemli rol oynayan Mürcie’dir. Mürcie, mevalinin Arap müslümanlarla eşit haklara sahip olduklarını ve kendilerinden haksız yere alınan cizyenin kaldırılması gerektiğini savunmaktaydı. Onların mevaliye olan bu desteği , sadece Irak’taki yeni müslümanlar için söz konusu olamazdı. Horasan ve Mâverâünnehir’de, müslüman olmalarına rağmen, harac ve cizye alınmaya devam edilmesi yüzünden ekonomik sıkıntı içerisinde olan halk, Irak’ta olduğu gibi, çözümü Mürcie’nin görüşlerinde aradı. Bu yüzden, mevalinin eşitlik arayışları, doktriner olarak Mürciî tez üzerine kuruldu.

 Mürcie ve daha sonra Maturidiler tarafından benimsenen amellerin imana dahil edilmemesi ve imanda müminlerin eşitliği şeklindeki bu görüş, İslamlaşma sürecinden geçen bir toplumda, yeni bir önem kazandı.[58] Mevaliye eşit haklar sağlamak amacıyla yapılan bu reformların başında Mürcie’nin önderlerinden Ebü’s-Saydâ ve Sabit Kutna ile arkadaşları bulunmaktaydı. Ancak onlar, Emevîler’in, maddî menfaatleri yüzünden başarıya ulaşamadılar.[59] Fakat bölgedeki İslam’a toplu ihtidalar, Mürcie’nin faaliyetleri sonucu gerçekleşti. Onların mücadelesi, daha sonra, Haris b. Süreyc tarafindan devam ettirildi. Haris b. Süreyc, 119/737 yılından itibaren Esed’e karşı mücadelesine Toharistan’da yanlarına sığındığı Hakan’la birlikte devam etti. Esed kış ortasında, Toharistan’dan ayrılınca, Hakan bu bölgeye yürüdü. Orada Yabgu’nun yanında kaldılar. Daha sonra Cüzcan’a geldiler ve saldırılarını sürdürdüler.

Esed, bir bayram sabahı okuduğu hutbede, müslüman olmayanlarla birlikte hareket ettiği için, Haris’i, İslam’ın nurunu söndürmek için mücadele eden Allah’ın düşmanı olarak suçladı. Daha sonra Hakan’a karşı yapılacak savaştan galip çıkmaları için dua etti. Yapılan şiddetli çarpışmalarda, Hakan ve Haris b. Süreyc hezimete uğratıldı. Bu sırada, Soğdlular ve Soğdlu olmayanlar, Haris’i destekliyorlardı. Bundan sonra, Haris Hakan’la birlikte, Usruşene’ye geri döndü. Soğd ve Buhara halkı bu konuda direndi ve Türklerden asker toplayarak savaşmaya karar verdi.

 Onlar, Hakan ve Türklerle beraber, Katan b. Kuteybe komutasındaki 10 bin kişilik bir orduya karşı Amul, Fergana, Şas, Soğd, Semerkand ve Buhara’da günlerce savaştıktan sonra yenildiler. Böylece, Buhara, Semerkand, Kiş ve Nesef halkını yanına çekmeyi başardı. Nasr önce Semerkand’ı ele geçirdi, sonra Şas’a yürüdü. Orada Haris b. Süreyc’in kendisine sığınıdığı Kur-Sul’la çarpıştı ve Kur-Sul öldürüldü.

 Nasr, Şas’a yürüdü ve Şas’ın melikiyle, Haris b. Süreyc’in buradan çıkarılması şartıyla anlaşma yaptılar. Haris, Farâb’a gönderildi. Daha sonra Fergana ele geçirildi ve Nasr’a karşı çarpışan pek çok Fergana’lı dihkan öldürüldü.[66] Nasr, Mâverâünnehir’i kontrolu altına almayı başardıysa da, 124/742 yılında Faryab’ı kurtarmak için yapılan savasta Haris onları mağlup etti.[67] Haris b. Süreyc, 126/744’a kadar onüç sene Türk bölgelerinde kaldı. Mürcie’nin etkisi III. asırdan itibaren, kendi adıyla değil de ayni çevrelerden çıkan Kerramiyye ve Matüridilik olarak sürdü. Kerramiler, Gazneliler döneminde altın çağını yaşadı ve daha sonra Hanefi/Matüridiler içiresinde eriyip tarihe karıştılar.

Bütün bunlara rağmen Matüridilik bölgedeki kelami tartışmalarda Şia’nın karşısında ön saflarda yer aldı. Samaniler, Mürcie ve Matüridiliğe büyük destek verdiler. Hatta bölgede şii yayılmacılığını önlemek için Maveraünnehir’li ve Türk bilgini Hakim es-Semerkandi’den Ehl-i Sünnet’in temel ilkelerini yazmasını istediler. O, hocası Matüridi’nin yolunu ve metodunu takip ederek Sevadü’l-Azam adını verdiği halka yönelik meşhur kitabını yazdı. O, orada bu ilkeleri 62 madde halinde ele aldı. Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bu bölgede ve diğer bölgelerde bu mezhebi desteklemek için pek çok eser yazıldı. Hatta Maveraünnehir’de Buhara, Semerkand, Nesef, Tirmiz, Oş olmak üzere pek çok şehirde bu mezhebin temel ilkelerini savunan büyük alimler çıktı. Matüridilik, IV. asırdan başlayarak bugüne kadar Türk kavimlerince benimsenen bir mezhep oldu.

Şu anda Türk Dünyası’nın yüzde doksanı bu mezhebe bağlıdır. Bunun bazı sebepleri vardır.

Birincisi, bu mezhep kendilerinin müslüman olmasını ve Araplarla aynı haklara sahip olmalarını sağlayan Mürcie mezhebinin görüşleri üzerine kurulmuş olmasıdır.

İkincisi, bütün müslümanların, iman bakımından eşit olduklarını savunmaları.

Üçüncüsü, Amelleri imanın özüne dahil etmemeleri. Tek Allah’a inanmanın İslam’a girmek için yeterli olduğunu kabul etmeleri.

Dördüncüsü, dinin kalpten ve gönülden benimsenmesini şart koşmaları.

Beşincisi, Tek Tanrı inancını taşıyan ve kendilerine ilahi mesaj gelmemiş İslam diyarından uzakta yaşayan Türklerin kurtuluşa erebilecekleri ve Cennete girebilecekleri fikrini savunmaları.

Altıncısı, Fıkıhta istisnasız Ebu Hanife’nin fikirleri üzerine kurulmuş Hanefiliği benimsemeleri.

Yedincisi, Matüridi’nin bir Türk alimi olması ve eserlerini yazarken bölgenin siyasi ve sosyal yapısını göz önünde bulundurması.

Sekizincisi, İslamın siyasi amaçlar için bir araç olarak kullanılmasına karşı çıkmaları.

Dokuzuncusu, dinin anlaşılmasında akla ve yoruma büyük önem vermeleri.

Onuncusu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebini savunmaları ve fıkıhta Hanefi olmalarıdır.

Prof. Dr. Sönmez Kutlu – Sonmezkutlu.Net’ten alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir:

Başa dön tuşu