Tarikat Çevresinde Hurafeler ve Şirk

Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların buyruğu ancak Tanrı’yadır / Tanrı’ya kalmıştır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.
Enam, 159.

Her insan, rahatlıkla gidip katılacağı sohbet ve dostluk ortamları arar. Peygamberler bu ortamı sağlamışlardır. Kendilerine her kesimden insan rahatlıkla ve hiçbir engele takılmadan ulaşabilmiş, sohbetlerine katılabilmiştir.

Meselâ Hz. Peygamberin Medine’deki mescidine kadını erkeği, yaşlısı genci, alimi cahili, müslümanı kafiri, yerlisi yabancısı herkes rahatlıkla girebilir ve sohbete katılabilirdi. Sohbet, Kur’an etrafında olduğu için herkes kendi bilgi ve kabiliyetine göre oradan bir şeyler alırdı. Burası bir dernek veya lokal gibi olmadığı için ödenecek bir aidatı veya verilecek bir çay parası da yoktu.

Tarikatlar, Hz. peygamberin yolunda gitseler, Kur’an’ı anlamaya yönelik sohbetler yapsalar, bu maksatla eğitim ve öğretim ortamları meydana getirselerdi çok iyi olurdu. Ama onlar, Kur’an’ı anlamak için çaba göstermediler. Okudukları Kur’anlar akıllarına değil, kulaklarına ve gönüllerine hitabetti. Mana unutuldu, onun sözleri ve musikisiyle yetinildi.

Böylece Kur’an, sohbetin süsü haline geldi. Bu durum, kaçınılmaz olarak hurafelere ortam hazırladı. Tarikat şeyhi, tıpkı hırıstiyan azizi gibi ruhani lider sayıldı ve ruhânî alemle bağlantısının olduğuna inanıldı. O, Allah ile müritleri arasında bir vesile ve vasıta yerine kondu. Kur’an-ı Kerime göre her müslüman Allah’ın dostu, yani veli kulu iken bu vasıf tarikat büyüklerine has kılındı.

Dostun dosta nazı geçer, denilerek Allah’ın bunların nazını çekeceği kabul edildi. Onların olağan dışı yollarla insanlara yardım edeceğine inanıldı. Tarikata girme, el alma şeklinde bir törene bağlandı. Bundan önce adayın o tarikattan nasibinin olup olmadığını belirlemek için rüya görmesi ve bu rüyayı şeyhe anlatması şartı getirildi.

Böylece istenmeyen ve şeyh tarafından onaylanmayan kişilerin tarikata alınması engellendi. Kapılar dışarıya sıkı sıkıya kapatılmış oldu. İnsanlar, tarikattan olan ve olmayan diye gruplara ayrıldı. Bu da tarikatın ve dolayısıyle şeyhin kutsallaştırılmasını sağladı.

Bir çok mürit, Allah’ın verdiği nimetleri şeyhinin himmetiyle elde ettiğini söylemeye başladı. Onlara bir çeşit vahiy geldiğine, gaybı bilebildiklerine inanıldı. Bunu kabul ettirebilmek için şeyhin keramet göstermesi bir ihtiyaç haline geldi. Sonra her mürit, şeyhine ait bir keramet yakalamak için seferber oldu.

Küçük bir tesadüf, büyük abartılarla keramet olarak anlatılmaya başlandı. İlm-i ledün ve ilm-i bâtın diye bir ilim uydurularak onların böyle bir ilime sahip oldukları kabul edildi. Böylece yaptıkları saçmalıklar birer hikmet olarak algılanmaya başlandı.

180 sene kadar önce, Nakşibendi tarikatının Halidiye kolunda şeyhe rabıta adı altında yeni bir ibadet türü ortaya kondu. İş, şeyhte Allah’ın tecelli ettiğine kadar götürüldü. Dünyada müritlerine yardım edeceğine inanılan şeyhin, ahirette de şefaat ederek müritlerini cehennemden kurtaracağına inanıldı.

Şeyh, sanki Allah Teâlânın özel kalem müdürü ve sır katibi gibi bir mevkiye getirildi. Kur’an’dan adeta cımbızla çekilmiş bir kaç ayetin manası ciddi biçimde tahrif edilerek bu yanlışlıklar Kur’an’a tasdik ettirilmek istendi. Allah Teâlâ bütün bu iftiralardan uzaktır. Bunlar Kur’an’a temelden aykırı şeylerdir. Kur’an dikkatle okunursa görülür ki, bütün peygamberler hayatlarını, bu gibi şeylere karşı mücadele ile geçirmişlerdir.

En üzücü olanı da o insanların bu şeyleri, daha iyi müslüman olma arzusuyla yapmış olmalarıdır. Gerçeği öğrendikleri zaman, ne yazık ki, her şey bitmiş olacaktır. Duamız, bunların bu dünyadan ayrılmadan doğruları öğrenip gerekli dönüşü yapmaları içindir.

Tarikatler İle Kontrol Altına Alınan Beyinler

Müslümanların Kur’an ile ilişkileri onu, manasını anlamadan okuma ve güzel sesli hafızların ağzından dinleme boyutuna indirildiği için tarikat şeyhlerini böyle bir konuma getirmek zor olmamıştır. Şimdi örnek olarak onların şu sözlerine ibretle bakalım:

  • Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır.
  • Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine hayır ve şer bir şey getirmemelidir.
  • Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme büyük kesintiye sebeptir.
  • Mürit şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, müride istediği gibi hareket edebilsin. Yani kısaca mürit şeyhinin kölesi olmalıdır.
  • Hatta köleden de öte bir bağlılığı bulunmalıdır. Çünkü köle efendisine zaman zaman baş kaldırır veya içten içe homurdanır ama mürit hem içi ile hem de dışı ile şeyhine tam boyun eğer.

Tarikatlar, insanı sönükleştirmekte, kendine olan güveni ortadan kaldırmakta ve onu kişiliksiz hale getirmektedir. Türkiye’de tekke ve zaviyeler resmen kapalıdır ama fiilen çok tarikat vardır. İnsanları bu konuda uyarmak için ciddi çalışmalar yapmak gerekir. Ancak devlet, bu konuda da taraf olmamalı ki, yapılan çalışmalara duygular karışmasın, konu rahat bir ortamda tartışılsın ve istenen sağlıklı ve kalıcı sonuçlara ulaşmak mümkün olsun.

Kaynak: A. Bayındır, Din-Devlet İlişkileri, Süleymaniye Vakfı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir:

Başa dön tuşu
Anasayfa »