Yazılan ve söylenenlerin hemen hemen tamamının ortak noktasının, samimiyet, ehliyet ve liyakat mertebesi ve derecesi ne olursa olsun, İslâm dininin mükemmelliğinin bir kere daha vurgulanması olduğunu söyleyebiliriz.
Bilinçli bir Müslüman olarak bu yazılanlara prensip itibariyle katılmamaklığım elbette söz konusu olamaz; eksiği var fazlası yok diyebilirim. Ancak, çok önemli addettiğim bir hususu burada vurgulamak gerektiğini duymaktayım ki, bu kutlu ay Müslümanlar arasında bir nefis murakabesine, bir “özeleştiri”ye vesile olsaydı, çok daha hayırlı olurdu.
Vurgulayarak belirtmek istediğim husus şudur: “İslâm Dini” -ki ben bunu “Nu-menal islâm” tabir etmekteyim- ile onun yaşanan şekli olarak tanımlanabilecek olan “Müslümanlıklar)” -buna da (Fenomenal İslâm(lar) tabir etmekteyim- arasında çok büyük bir açı ve farklılaşma mevcuttur. Müslüman olmaktan gurur duyan, dinini ciddiye alan bilinçli bir Müslüman olarak bu vaziyetten olağanüstü bir rahatsızlık ve ızdırap duymaktayım; ızdırabım adetâ somutlaşıyor ve bedenimi yakıyor.
Medeniyet savaşında mağlubiyet
Çünkü, öncelikle kabul edilmelidir ki, islâm Dini (Numenal islâm) değil ama Yaşanan (Fenomenal) Is-lâm(lar), veya Müslümanlık(lar), Batının meydan okumasına cevap verememiş olduğu için, tarih çapında büyük bir medeniyet savaşını kaybetmiştir, mağlûptur ve her mağlûbiyet gibi onun da faturası çok ağırdır.
İmdi:
İslâm Dünyası (veya daha sahih bir tabirle: Müslüman Dünya) yeterince bilinçli olmanın çok ötesindedir; “kritik” nedir habersizdir; her kazancını kendi hanesine, her kaybını başkasının hanesine fatura etmektedir.
Müslüman Dünya -söylemekten hazer ediyorum- fevkalade cahildir, öyle ki, “Bilgi”ye, “Bizatihi Bilgi”ye itibar etmemekte, hattâ ona ihtiyaç duymaz, bilgisiz bir hayatın da pekâlâ mümkün ve belki de dahası ve en dehşet vericisi, müreccah olduğunu düşünüyor gibi bir görüntü vermektedir; nitekim, fen, teknik, sosyal bilim alanlarının hemen hemen hiçbirisinde Müslümanların adı yoktur; üzerinde Müslümanların patentini, markasını, imzasını taşıyan ciddi bir zihin (ve emek) ürünü bulmak imkânsız gibidir. İslâmi bilimlerin birçoğunda da vaziyetin pek parlak olmadığını hatırlatmak gerekir.
Akletme ve düşünme…
Müslüman Dünya, iyi düşünebilmekte değildir. Omuzların üstünde duran “kafa’nın çiçek saksısı değil Yaratan tarafından düşünmek için bahşedilmiş en kıymetli ve eşsiz bir cihaz olduğu, Yer’in ve Gökler’in halikı ve sahibi olan Allah’ın Kutsal Kitapta 800’den fazla yerde düşünmeyi hatırlattığı, hattâ emrettiği unutularak akletme, düşünme reddedilmektedir.
Müslüman Dünya cehaletini bazen o raddeye vardırmaktadır ki, handiyse, bir miktar abartma ile, Müslümanların büyük ekseriyetinin bilinçaltlarında, sadece ve yalnız Müslüman olmalarından dolayı Allah’ın kendilerine “özel hizmet” ile memur, hattâ icap ederse bu maksatla eşyanın kanunlarını dahi değiştirmekle mükellef olduğu gibi çarpık ve sakat bir düşünce yattığı dahi söylenebilir.
İktisadi gerilik…
Hemen hemen bütün Müslüman ülkeler iktisaden geridir, bazıları fukaralığın en alt düzeyindedir. Bütün Müslüman Dünyanın ekonomik üretiminin tamamı meselâ bir Almanya’nın topuklarına çıkamamaktadır. Bir kısımları zengindir; ama bunun da membaı artık gitgide değeri düşen Tanrı vergisi Petrolden başkası değildir; Batının zenginliğinin arkasında emek, üretim, bilgi, zekâ, Matematik, Fizik, Kant, Gauss, Newton, Einstein ilh.. yatarken, emek ve zekâ ürünü, üretim sonucu olmayan bu zenginlik ise dünkü deve çobanlarını mide bulandıran görgüsüzce bir israfa sürüklemekten başka bir sonuç vermemektedir.
Antidemokrasi
Hemen – hemen bütün Müslüman ülkeler, antidemokratiktir ve zulüm idarelerinin pençesindedir. Müslümanlar, bu en güzel dinin, bu özgürlükler dininin müminleri, kendi ülkelerinde siyasi erk konusunda söz sahibi değildirler; hepsinin tepesinde şu veya bu şekilde despotlar, tiranlar, hanedanlar, oligarşiler bulunmakta ve insanlarını adetâ kendilerine secde ettirmektedirler, islâm dünyasında Saddam tek değildir, neredeyse her Müslüman ülkede birer özel Saddam veya Saddamlar vardır, öyle ki, islâm dünyasındaki rejimin genel adının “Saddamokrasi” olarak patent altına alınması dahi kabildir. Fakat belki de en vahimi, Müslümanların kahir ekseriyetinin bu hali meşrûlaş-tırmış olmasıdır; bu islâm dünyasında “özgürlük bilinci”nin çok alt düzeylerde olmasından başka bir anlam taşımaz. Yani şöyle de diyebiliriz: Müslümanların özgürlüksüzlüğü ‘hariçte’ olmaktan ziyade ‘dahilde’, zihinlerin içinde başlamaktadır.
Bütün bunların neticesi olarak, hemen – hemen bütün Müslüman ülkeler, siyaseten güdümlüdür ve hiçbirisinin -bölgesel entrikalar haricinde- dünyada dikkatle kaale alınması zarûri olan, dünya çapında bir ağırlığı, itibarı ve ciddiyeti yoktur.
İslam, Müslümanlara göre algılanıyor…
Müslümanlar hiç düşünmemektedirler ki, diğer insanlar, islâm dini hakkındaki hükümlerini, bütün komplekslerinden arınmış olarak, safı” platonik hakimâne bir hakikat araştırmacılığı ile tetkik ederek vermekte değildirler; Dünyada kaç gayrimüslim böylesine yürekli ve zahmetli bir cehdi göze almakta ve vardığı neticeleri de dürüstçe itiraf edebilmektedir. Hayır! Dünya, “islâm” hakkındaki hükmünü “bizlerden gördükleri” ile vermektedir. Yani bizler nasıl bir manzara resmetmekte isek, diğer tabirle Müslüman Dünyanın Müslümanlığı ne ise, Dünya onu görmekte, onu bilmekte ve gördüğü bu “Müslüman’ı asıl “islâm” olarak algılamaktadır. Daha açık bir ifadeyle: Müslüman ne hal üzere ise, dünyanın gözündeki “islâm” da odur.
Halbuki, Müslümanlığın manzarası hiç de iç açıcı değildir. Müslümanlar, bütün dünyada çok kötü bir islâm manzarası resmetmekte, çok kötü bir islâm tanıtımı yapmaktadırlar. Müslüman Dünya, iyi hal üzre bulunmamaktadır, o sebeple de İslâm’ı temsil etmeye tam olarak ehil değildir. Müslüman Dünya, İslâm’a yakışmıyor…
Hasılı: Müslüman Dünya, İslâm’a yakışmamakta, O’na yazık etmektedir. Çünkü, dünyanın en mükemmel dini dünyanın en mükemmel insanlarının elinde bulunması icap ederken -haydi en geri demeyelim ama-çok geri insanlarının elinde bulunmaktadır. Bu hal, “Müslümanlığın Paradoksudur.
Bu mudur adı güzel kendi güzel Muhammet’in -salât ve selâm O’na olsun-ümmeti!
Müslüman Dünya, kendisinden utanmıyorsa Allah’tan ve Resulünden utanmalı, İslâm’a yakışmanın, ona lâyık olmanın yollarını keşfetmelidir.
İlk teklif benden.
1. Geliniz önce şu aksiyomu kabul edelim: “Kişinin başına ne gelirse hepsi kendi eseridir.”
2. Sonra da şu tespiti reddetmeyelim: “İslâm’a yakışmıyoruz.”
3. Ve şu suale kemali ciddiyetle cevap arayalım: “Nerede hata yaptık ve yapmaya devam ediyoruz?”
Not: Buradaki tenkidin muhatabının, içinde çok değerli birey Müslümanların bulunmasına rağmen bütünü tedvir ve temsil etmesi mümkün olmayan genel Müslüman Dünya olduğuna dikkat edilmesi hassaten rica olunur.
Çok doğru söylemiş hoca:
“Omuzların üstünde duran “kafa’nın çiçek saksısı değil Yaratan tarafından düşünmek için bahşedilmiş en kıymetli ve eşsiz bir cihaz olduğu, Yer’in ve Gökler’in halikı ve sahibi olan Allah’ın Kutsal Kitapta 800’den fazla yerde düşünmeyi hatırlattığı, hattâ emrettiği unutularak akletme, düşünme reddedilmektedir.”