- Muhteşem mazisi ile öğünen Türk milleti, istikbâle gururla bakmakta haklıdır.
- Milliyetçilik; kısa ve umumî tarifiyle, kişinin milletine sevgi ve saygı hisleriyle bağlanmasıdır. Böyle bir bağlanmada elbette ne şahsî menfaat endişesi, ne de kin, nefret ve kıskançlık yer alır.
- Bizim milliyetçiliğimiz hakka, adalete saygılı, millî kültürümüzün işlenmesini gözeten, dünya medeniyetinin yücelmesine gücü yettiği ölçüde yardıma gayret eden bir düşünce tarzıdır.”
- Yalnız hakikat ebedîdir. Sinesinde ebedî hakikat cevherini saklayan milliyetçilik duygusu da insanlık denen ortamda yeşerir, hak ile gelişir, hürriyet adlı çiçekler verir. Kültürler ve medeniyetler onun meyveleridir.”
- Millî duyguyu inkâr, insanlığı inkâr mânâsına gelir. Kendini besleyip büyüten ve yetiştiren yakınlarına, milletine, üzerinde doğduğu ve türlü nimetlerinden istifade ettiği vatanına düşman kesilen bir kimsenin, insan sureti altında, fakat hayvan tabiatı taşıyan bir yaratık olması icap eder.”
- Millî şahsiyet, millî kültür yoluyla teşekkül eder. Millî tarih, millî edebiyat, millî felsefe, millî sanat zevki ve millî ahlâk ile beslenen ferdî şahsiyet yavaş yavaş millî şahsiyet hüviyetini alır.”
- Milliyetçilik ile demokrasi, âdeta iç-içe mevcut olabilen ve ancak bir arada bulunmakla mânâ ve ehemmiyet kazanan, eş değerde iki içtimâî gerçektir.”
- Türk milliyetçisi, Türk milliyetçiliği prensiplerine tamamen uymak ve hayatını ona göre tanzim etmek mevkiindedir. Bu prensipler, aynı zamanda kendini milliyetçi sanan bir takım gâfillerle, bütün düşünce ve davranışları milliyetçilik dışı olduğu halde milliyetçi görünmeye yeltenen sahtekârları teşhis bakımından şüphesiz büyük faydalar sağlayacaktır.
- Milliyetçilik ne eskimiş, ne de devrini tamamlamıştır. İnsanın, sırasıyla, ana ve babasını, akrabasını, hemşerisini, vatandaşlarını; beraber yaşadığı, ortaklaşa hayat mücadelesinde iş birliği yaptığı, kederli ve sevinçli anlarında daima birlikte ağlayıp güldüğü milletini sevmesi gibi temel ruhî temayül üzerine kurulu milliyetçilik hislerini, öksüz ve geçici bir hevesten ibaret saymak isabetli bir hüküm değildir.
- Türklerin dikkat çekici ahlâkî bir özelliği de “utangaç” bir millet oluşudur. Yukarıdan beri sırası geldikçe zikredildiği gibi, yerli (kitabeler) ve Çin (Shi-ki, Ts’ien Han-Shu,Sui-Shu) ve Bizans (Priskos, Menandros, Tactica’lar), Lâtin (Marcellinus) vb. yabancı kaynaklara göre “Türkler savaş meydanında değil, rahat döşekte ölmekten, hattâ ihtiyarlayıp hastalanmaktan utanırlardı. Esir olmak, köle durumuna düşmek, kadınlarının düşman eline geçmesi büyük utanç kaynağı idi. Şatafat içinde yaşamaktan, böbürlenmekten, başarıları dolayısiyle öğünmekten ve öğülmekten; verdikleri sözü yerine getirememekten, yalan söylemekten utanırlardı.”
- Türk-şad Bizans elçisi Valentionas’a hitaben, “Ben esirlerimiz olan Uar-Huni’lerin hangi yollarla Bizans’a gittiklerini biliyorum. Diyenper’in, Meriç’in nerede olduğunu, Tuna’nın nereye aktığını da biliyorum. Gün doğusundan gün batısına kadar ülkeler bize diz çökmüştür. Bize karşı gelmek cesaretini gösteren Alanları, On-Ogurları görüyorsunuz. Roma’ya da geleceğiz.” diyor ve latife yapmadığını da gösterdi ki Kırım’da Bizans’a ait Kerç (Bosporos) kalesi Türk kuvvetleri tarafından zaptedildiği zaman Doğu Roma elçileri henüz Gök-Türk topraklarında idiler.
1.109