Genç Türkçülere Mektuplar (1) – Nejdet Sançar
Türkiye’miz, birçok fikirlerin ve inançların birbirleriyle kıyasıya çarpıştığı bir meydan haline gelmiş bulunuyor. Birbirleriyle mücadele eden bu kuvvetler arasında vatanımızın bir parçasını devletimizden koparmak veya Türkiye’yi bütünü ile en büyük düşmanımızın pençesine teslim etmek isteyenler bulunduğu gibi, şahsi temeller üzerine oturtulmuş bir nevi menfaat ortaklıkları şeklindeki, siyasi veya siyasi olmayan, teşekküllerde vardır. Maddi ve manevi güçleri birbirlerinden bu çeşitli yıkıcı veya zararlı kuvvetler karşısında ise, Türklüğü ayakta tutacak tek bir fikir olarak sadece Türkçülük bulunuyor.
Türkçülük, bütün bu yıkıcı ve zararlı kuvvetlere karşı bulunduğu için, o kuvvetler de – derece derece – Türkçülüğe karşı veya düşmandır. Birisi kendi kendine, öteki milli irade ile devletin kaderine hakim olmuş iki siyasi teşekkülün, 1944’te ve 1953’te, Türkçülüğün üzerinden silindir geçirme teşebbüslerinde bu kuvvetlerin büyük rol oynaması bundandır.
Soyumuza ve devletimize karşı çevrilmiş bulunan bu çeşitli silahlar karşısında, “Büyük Türklük Ülküsü” nün siz bu günkü genç ve ateşli çocuklarına büyük vazifeler düşmektedir. Bu vazifeler, sizin, mensup bulunduğunuz Türk ırkına karşı tabii bir borcunuzdur. Bunu aynı zamanda bir şeref ve namus borcu da sayabilirsiniz.
Bu vazifeyi tam olarak yapabilmek için, önce karşı kuvvetleri ve onlar karşısında kendi gücünüzü bilmek şarttır.
Yıkıcı ve zararlı kuvvetlerin hemen hepsinin, sahip bulundukları imkanlar bakımından, Türkçülükten çok daha güçlü durumda bulundukları muhakkaktır.
Mesela komünistlik… Komünistler, Türkiye’nin nüfusuna göre çok küçük bir topluluk da olsalar, sırtlarını dayadıkları dış kuvvetler tarafından kendilerine sağlanan büyük imkanlar, devlet ve milletimizi tehdit eden iç düşmanın en tehlikelisi durumundadırlar.
Kızılların, bu derece korkunç bir kuvvet haline gelmelerinde, çeyrek yüzyılı aşan bir zamandan beri, Türkiye’nin kaderine hakim olan siyasi zümrelerin bilgisizlik, şuursuzluk, ahmaklık ve hatta bazen de ihanet sayılabilecek davranışlarının rolü büyüktür. Bugün, Türkiye’nin en mühim meselesinin bu kızıl tehlike olduğunu bir an aklınızdan çıkarmamalısınız.
Sonra Kürtçülük… Cumhuriyetin ilk yıllarında, başka bir devletin kışkırtmalarının neticesi ve eseri olarak karşımıza çıkan Kürtçülük hareketi, yakın yıllarda kuzey devinin oyunları arasına girmiş bulunuyor. Günümüzde bir Doğu Anadolu meselesi şekline büründürülen ve bu haliyle, memleketin doğu topraklarındaki milyonları tesiri altına almaya çalışan – ve kısmen de alan – bu ihanet hareketi de, gelişmesine bu hızla devam ettiği takdirde, pek uzak olmayan bir gelecekte, Türkiye için çok büyük tehlike olacaktır.
Bu arada dini çalışmalar şekline sokulan çeşitli hareketleri de unutmamak lazım. Çünkü, dinlerine bağlı saf ve temiz Türklere İslamiyet yolunda çalışmalar şeklinde gösterilmeye çalışılan bu hareketlerde, Türklüğümüze karşı çevrilmiş zehirli hançerlerden başka şeyler değildir. Bu yolda, çalışanların, milliyeti inkar etmek ve Türklüğü horlamaya yeltenmek gibi hareketlerinin asıl manasını anlamak şarttır. Bunları zavallıca ahmaklıklar gibi görmek, asla doğru değildir. Aslında böyle bir düşünüştür ki, Türklük için bağışlanamaz bir ahmaklık olur.
Türkçülüğe gelince: Üzülerek kabul etmeye mecburuz ki, Türkiye’de ki fikirler boğuşmasında, maddi imkanlar bakımından en zayıf kuvvet Türkçülüktür. Bunun en büyük sebeplerinden biri, devletimizin kaderini ellerinde bulundurmuş siyasi kuvvetlerin Türkçülüğe karşı olan tutum ve davranışlarıdır. İlgisizlik ve ihanet dereceleri arasında yer alabilecek bu tutum ve davranışlardır ki, soyumuzun yaşama felsefesi ve mutluluk kaynağı olan Türkçülüğü, bugünkü imkansızlıklarla dolu duruma itmiştir.
Masonluk ve bir takım zümrelerin ortak çıkarları şeklindeki particilik gibi Türkçülüğe karşı kuvvetleri de yukarıdakilere eklersek, şu netice kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Sizler bugünkü fikirler mücadelesinde, maddi silah bakımından en güçsüz bir ordunun genç çerilerisiniz.
Şu büyük gerçeği daima hatırlamalısınız : Türkçülük, Türklüğe karşı ve düşman yıkıcı ve zararlı fikir ve inançların hiç birisinde bulunmayan bir güce sahiptir. Bu güç Türkçülüğün bir ülkü oluşudur. Halbuki mücadele etmekte ve yenmek zorunda bulunduğumuz karşı kuvvetlerin hiç birisi ülkü değildir.
Komünizm, kendini maddeye ve mevkiye satanların şerefsizlik ve haysiyetsizlik yoludur. Kürtçülük, bininci yılına doğru yol almakta bulunan Türkiye’nin yarı parçasını satmaya çalışan ihanettir. Din çalışmaları şekline sokulan hareketler de ötekilerden farklı şeyler değildir. İslamiyet’in, Hıristiyan batı dünyasına karşı tek başına ve yüzyıllarca koruyuculuğunu yapan Türk’ü inkara yeltenmenin, İslam davası gütmekle ilgisi olabilir mi? Bu İslam’ı koruyan tek kılıcın parçalanmak istenmesinden başka nedir?
Evet… Komünistlik, Kürtçülük, Arapçılık, nurculuk, masonluk ve diğerleri… Bunların hangisinde ülkünün o ilahi gücü ülkücülüğün, insanı efsaneler çağlarının kahramanları haline getirecek o büyük kudreti var?
Ülkücülük kendi varlığını, milli dava içinde eritebilme meziyeti olduğu için, bir cemiyette mefkurecilerin sayıları, elbette ki, denizlerin kumları kadar çok olamaz. Hele o cemiyet: Türkiye gibi, yakın yılları, bütün manevi değerlerin en hayasızca saldırılara uğradığı; milli ülküsü namert eller tarafından kahpece hançerlenmiş bir memleket olursa…
Fakat şartlar ne olursa olsun, zafer bizim olacaktır. Çünkü karşımızdaki kuvvetlerin hepsi maddenin, adi çıkarların esiridir. Menfaat temeli üzerinde yükselen kuvvet, ebedi ve ilahi ülküyü nasıl yok edebilir?
Sizden önceki nesiller, yıllar boyu süren mücadelelerinde parlak başarılar elde etmiş değillerdir. Fakat, hiç de elverişli olmayan, hatta zaman zaman korkunç bir mahiyet alan şartlara rağmen, Türklük düşmanlarının Türklük Ülküsünün kökünü kazıma emellerini kursaklarında bırakmışlardır. Ancak, vazifemiz, sadece ülkümüzün kökünü kazıtmamak değildir. Asıl vazifemiz, Türk Ülküsünü zafere ulaştırmaktır. Yani Türkçülüğü, Türk’ün hayatına hakim kılarak, soyumuza düşmen bütün fikir maskaralıklarının çanlarına ot tıkamaktır. Ve şimdi bu vazife, artık, sizlerin omuzlarına yüklenmek üzeredir.
Eski ve yorgun nesillerden devralmak üzere bulunduğunuz bu vazifeyi başarıya ulaştırmak ve Türkçülük bayrağını Türk göklerinde yükseltmek için neler yapmanız gerek? İşte burada, bunlar üzerinde, sizlere bazı şeyler söylemek istiyorum.
Genç Türkçülere Mektuplar (2) – Nejdet Sançar
Genç Türkçülerin, soylarına karşı bulundukları büyük vazifeyi gereği gibi yerine getirebilmek için ilk yapacakları iş, Türklük Ülküsü ile ilgili fikri ve edebi eserlerin en mühimlerini en kısa zamanda elde edip okumalarıdır. Bu, şüphesiz, gelişigüzel bir okuma değil; meselelerin üzerine eğilerek, düşünerek, muhakeme ederek ve hatta notlar alarak yapılan bir okuma olacaktır. Çünkü, Türk Soyunun yaşama felsefesi olan Türkçülüğün ana davalarını, çeşitli meseleler üzerindeki görüşlerini ve mücadele etmek zorunda bulunduğu iç ve dış kuvvetleri iyice öğrenmeden, şuurlu bir Türkçü seviyesine çıkılamaz. Bu sebepten, genç Türkçüler için, hayatları boyunca devam edecekleri şerefli mücadelenin ilk parolası bu okuma işi olmalıdır.
Türkçü eserlerin okunması tek başına da, gruplar halinde de yapılabilir. Guruplar halinde okunanlar, fikirler ve meseleler üzerinde tartışma imkanını da vereceğinden, elbette ki, daha faydalıdır.
Kafalarını Türklük fikir ve şuuru ile dolduracak olan genç Türkçülerin, bu konuda bilmeleri gereken en mühim husus, Türkçülüğün bütün fikir, inanç ve düşüncelerin dışında ve üstünde bulunduğudur. Yani Türkçülük, siyasi olan veya olmayan herhangi bir fikir, inanç veya düşünce ile ne karıştırılabilir, ne de o yolda bir vasıta; bir basamak gibi kullanılabilir. Türkçülüğü, başka bir gaye için bir basamak olarak kullanmak, Türk soyunun ülküsüne karşı bir ihanettir.
Ancak bu, elbette ki, Türkçülerin, milli ülkü dışındaki fikirlere veya teşekküllere karşı tamamen ilgisiz kalmaları ve bilhassa siyasi partilerden uzak durmaları demek değildir. Türkçülüğü, cemiyet hayatımıza hakim kılmak birinci vazifemizdir. Bu da, en kısa yoldan ve en verimli şekilde siyasi partiler yolu ile yapılabileceğine göre, Türkçülerin, bu hedeflerine ulaşabilmek için, şüphesiz, siyasi partilerle ilgileneceklerdir. Bu ilgi Türkçülerin ya parti kurmaları, ya da mevcut partilerden Türkçülüğe en iyi hizmet edebilecek bulunanı – partiye girerek veya girmeyerek – desteklemek suretiyle olabilir. Kadrosunun üst ve en üst kademeleri tamamen Türkçülerden meydana gelen ve programı da Türk Ülküsünün ana çizgilerine uygun olarak hazırlanan bir parti, muhakkak ki, bu iş için en iyi siyasi teşekküldür. Böyle bir parti bulunmadığı takdirde, bütün kuvvetleri en imkanlı siyasi parti üzerine toplayıp çalışmak yerinde olur.
Bir diğer mesele, yıkıcı propagandaların tesiri altında kalmamaya çalışmaktır.
Yurdumuzda cirit oynayan yıkıcı kuvvetler, propagandalarını tesirli bir hale getirebilmek için geniş imkanlara sahiptirler. Bu geniş imkanlara, şaşırtıcı ve yanıltıcı kurnazlıklar da eklenince, menfi propagandaların tesirlerinin sizlere kadar uzandığı görülmektedir.
Yıkıcı propagandalar, şuurlu Türk evlatlarını elbette ki yoldan çıkaramaz. Ama, üzülerek kabul etmeye mecburuz ki, kafalarda bir takım tortular bırakabilmektedir.
Bu propagandaların bir kaçını ele alarak oynana oyunların mahiyetlerini belirtmek yerinde olur:
Mesela “millet” yerine ısrarla “halk” sözünün kullanılması… Bu ”milleti” inkar eden komünizmin sinsi bir oyunudur. “Türk Milleti” demeyip “Türk halkı” demekle elde edilmek istenen netice “millet” fikir ve düşüncesini kafalardan yavaş yavaş silmeye çalışmaktır. Bir cemiyet, kendisine yapılan devamlı telkinlerin tesiriyle, mensup bulunduğu topluluğun “millet” değil de bir “halk” kalabalığı olduğuna inanırsa, elbette ki, millet seviyesinden ve onun mânevi gücünden uzaklaşıp bir insan yığını haline gelir. Böyle bir insan yığınının, düşman kuvvetler için çok kolay bir av olacağı şüphesizdir.
“Millet” yerine “Türk halkı” demek yetmiyormuş gibi, bunun yanı sıra bir de “Türkiye halkı” sözünün kullanılması ise, bir takım sığıntıları sinsice, vatanımıza ortak çıkarma gibi bir niyet ve gayretin neticesidir.
Genç Türkçüler bu oyuna düşmemelidir.
Sonra “emperyalizm” sözünün hileli şekilde kullanılışı.
Bu, bir yandan komünizmin karşısındaki en büyük siyasi kuvvete devamlı olarak saldırıp dikkatleri orada toplamak suretiyle Moskof emperyalizminin üstüne bir kızıl şal örtmek; diğer taraftan da Türkçülüğün “Esir Türkler” davasını bir emperyalistlik olarak göstermek şekillerinde yapılmaktadır.
Amerikan emperyalizmi ve bununla at başı yürütülen Vietnam gürültüsünde, Amerikan emperyalizminden bin kat daha korkunç ve üstelik de Türk Soyunun milyonlarını hedef almış Moskof sömürücülüğünü unutturma oyunun yeri büyüktür. Fakat bu konuda, bizler için daha mühim olan Türkçülüğün “Tutsak Türkler” davasının emperyalistlik olarak gösterilmesi maskaralığıdır.
Emperyalizm, bir milletin, başka milletlerin toprakları üzerindeki hak iddiası, yani o memleketleri istilasıdır. Mesela Rusya’nın Türkistan’ı, Kırım’ı, Azerbaycan’ı pençesine geçirmiş bulunması emperyalistliktir. Tarihin en eski çağlarından beri bir Türk ülkesi olan Doğu Türkistan’daki korkunç kızıl Çin hakimiyeti bir emperyalistliktir. Türkçülüğün “tutsak Türkler” davası ise, kendi öz yurtlarında düşmanların esiri olarak yaşayan milyonlarca Türk’ün hürriyet ve istiklallerini isteme davasıdır. Yani bu dava, emperyalizme karşı bir harekettir. Emperyalizm düşmanlığı emperyalistlik olabilir mi?
Genç Türkçülerin, üzerine dikkatle eğilmeleri lazım gelen meselelerden birisi de adına “Öz Türkçecilik!” denilen dil hareketidir.
Bu dil hareketinin nasıl bir Moskofçu oyun olduğu artık gün gibi ortaya çıkmıştır. Bunu büyük kalabalık belki layıkıyla kavrayamaz ama genç Türkçüler iyice bilmelidir.
“Öz Türkçecilik!” denilen hareketin hedefi: Türkçe’yi Türkçe olmaktan çıkarmaktır. Bununla elde edilmek istenen netice ise; bir yandan milletimizi büyük milli kültüründen koparmak, diğer taraftan ise Türkleri birbirleriyle anlaşamaz hale düşürmektir. Radyo gibi büyük bir telkin vasıtasından da faydalanarak yayılma imkanını günden güne artıran bu yıkıcı hareket, büyük çapta olmasa da, genç Türkçüler arasında da tesirini göstermektedir. Yazılarınızda yer alan bazı uydurma kelimeler bunu gösteriyor.
Genç Türkçüler; ders kitaplarında bulunduğu için yıllarca sınıflarda söyleyip konuşmak, bu yetmiyormuş gibi gazete ve dergilerde okumak ve Allah’ın günü radyoda dinlemek zorunda kaldıkları bu kelimeleri, şüphesiz, bir alışkanlık neticesi olarak kullanmaktadırlar. Ama ne olursa olsun, yine de kullanmamalıdırlar. Konuşurken dillerine gem vurmada biraz zorluk çekseler bile, yazarken kalemlerine mutlaka hükmetmelidirler.
Bir Türkçünün “koşul”lu, “olanak”lı, “sorun”lu, “zorun”lu, “yapıt”lı cümleler kaleme alması asla kabul edilemez. Bu zevksiz ve üstelik kasıtlı uydurmaları gazetelerin ve dergilerin fikir sapıklarına bırakmak lazımdır. Ve bir Türkçü, ne kadar genç ve tecrübesiz olursa olsun, o seviyedeki yaratıklarla aynı safta gözükmemelidir. Ve sonra sade bu zevksiz uydurmaları değil, aslında Türkçe oldukları halde, dilimizi bozmak isteyenler tarafından kasten yanlış manalarda kullanılan ”ozan” gibi, “ulus” gibi kelimeleri de o yakışıksız manalarda kullanmamalıdırlar.
Dil çok ehemmiyetli bir konudur. Onu kaybetmek millet için ölümdür. Türk’ü savaş alanlarında alt edemeyenlerin torunları, bu gün, dilimizi bozmak suretiyle zafer kazanmak hevesinde ve yolundadırlar. İşte “Öz Türkçecilik!”, bu tuzağın adıdır. Türk’ü, dilini kaybettirmek suretiyle manevi ölüme yoludur.
Böyle bir tuzağa düşmemesi gerekenlerin başında, elbette, Türkçüler bulunmalıdır.
Genç Türkçülere Mektuplar (3) – Nejdet Sançar
Genç Türkçüleri bekleyen ehemmiyetli vazifelerden birisi de teşkilatlanma işidir. Genç Türkçüler, bulundukları yurt köşesinde ve ilk fırsatta, Türkçülük ocakları kurup onun etrafında toplanmalı ve disiplinli bir çalışmaya girerek bu yolda ilk adımı atmalıdır. Ocaklar kendini duyurup kabul ettirince, zamanla, birbirleriyle temas sağlayarak, ortak hareketlere girişen büyük bir kuvvet haline gelebilirler.
Genç Türkçüleri bir araya getirip birbirleriyle görüşüp danışmalarını ve bu suretle birlikte hareket etmelerini sağlayacak bu ocakların, eldeki imkanlar ve çevrenin hususiyetlerine göre hazırlanmış sade bir program olmalıdır. Bu sade programın, hatta kısmen, uygulanması bile bir hizmet sayılabilir.
Bütün işlerde paranın oynadığı rolü unutmamak lazımdır. Genç Türkçüler, kuracakları ocakların verimli bir çalışma içine girebilmesi için, önce kendi imkanlarını ele almalı ve ayırabilecekleri paraları, aksatmadan toplamalıdırlar. Bu mütevazı para, elbette ki, bütün ihtiyaçları karşılayamaz. Bu bakımdan başka ve daha geniş imkan kapıları aramak gerekir. Bu yolda ilk düşünülecek olan milliyetçi, vatansever ve iyi niyetli çevre büyükleri olabilir.
Maarifimizin milli ve milliyetçi bir tutumu ve müfredat programı bulunmamasına ve her seviyedeki mekteplerimizde, Türkçülüğe karşı fikirlerin adeta cirit oynar halde olmasına rağmen, Tanrı’ya şükürler olsun ki, memleketimizin dört bir köşesinde, Türkçülük ruhunu kaybetmemiş binlerce, on binlerce Türk çocuğu yaşamaktadır. İşte henüz kaybolmamış bu Türk evlatlarının, fikri bir seviyeye çıkartılıp Türk ülküsü ile şuurlu bir hale getirilmelerinde – kuruldukları takdirde- bu Türkçü ocaklar büyük vazifeler görebilirler.
Türkçü ocakların genç Türkçüleri, bu hizmeti ve vazifeyi iki şekilde yapabilirler.
Bunlardan birincisi, bir yer sağlanabildiği takdirde konferanslar, seminerler, sohbet toplantıları düzenlemek suretiyle olur. Bir umumi toplantı yeri temin edilemezse, küçük guruplar halinde bir araya gelip, çeşitli meseleleri disiplinli bir şekilde tartışmak ve mümkün olanları bir neticeye bağlayıp ona göre hareket etmek de fayda sağlar.
Fikri meselelerle yeteri kadar ilgilenmemiş olan gençleri yetiştirme yolunda verimli bir usul de, onlarla tek tek alakadar olmaktır. Her genç Türkçü, bulunduğu yerde, böyle bir veya iki kardeşini ele alıp, bir ders yılı devam edecek bir programla, onlara milliyetçi eserler okutmak, kendilerine lüzumlu bilgiler vermek ve telkinler yapmak ve hatta dikkatli tartışmalarla onların fikri gelişmelerini sağlamak suretiyle, Türkçülük yolunda çok faydalı sonuçlar elde edilebilir. Bir mektepte on genç Türkçü, bir ders yılı içinde birerden on, veya ikişerden yirmi arkadaşlarını yetiştirmiş olsalar ve bu yetiştirme işi ertesi yıl, artık yetiştirici kadroya girebilecek olan bu yeni genç Türkçülerin de katılmasıyla devam ettirilse, bu tip bir çalışma ile elde edilecek netice kolayca anlaşılır.
İşte; gerek küçük topluluklar, gerekse ferdi telkinler halinde yapılacak bu Türkçülüğü yayma çalışmaları ve hizmetleri, kurulacak Türkçü ocaklar vasıtasıyla sevk ve idare edilmelidir. Kendi çevrelerinde faydalı bir hizmet yuvası haline gelebilecek ocakların, başka yerlerdeki ocaklarla haberleşmek suretiyle, bu Türkçü genç teşkilatı, memleket çapında bir hizmet makinesi haline getirebilmeleri de mümkündür.
Genç Türkçüleri beklemekte olan bir vazife de, milli kültür eksikliklerini kısa zamanda gidermeye çalışmak ve bu arada, dil ve imla meselesi üzerine titizlikle eğilmektir.
Milletinin kültüründen kopmuş veya o engin denizin sadece kıyışlarında dolaşabilen bir Türk gencinin, Türkçü bir genç olarak kabul edilmesi kolay olmaz.
Bu eksiklik Türkçe’yi konuşup yazmada ve imlada en umumi şekilde kendini göstermektedir. Düzgün konuşamayan, cümle terkibinde aksaklıklar yapan, her gün konuşulan kelimeleri söylerken ve yazarken yanlışa düşen gençler, ne kadar yazık ki çoğunluk halini almışlardır. Yazılardaki imla ve hatta noktalama yanlışları ve noksanları ise ayrı bir dert durumundadır.
Genç Türkçüler; bu, aslında basit, fakat manaca ehemmiyetli eksiklikleri en kısa zamanda gidermelidirler. Hem de bunu bir milli şeref meselesi yaparak.
Genç Türkçülerde görülen bir mühim eksiklik de, milliyetçi yayınları yayma yolunda ciddi ve devamlı bir hareket yapma gayretinden mahrum ve uzak bir halde bulunmalarıdır.
Türklüğe karşı ve milli varlığımızı yıkıcı fikir ve hareketlere hizmet yolunda bulunanların, o davaların kitaplarını ve dergilerini nasıl yaymakta olduklarını sizler de bilmektesiniz. Bu memlekette, bu şekilde yayılma imkanına en az sahip, Türkçü yayımlardır. Halbuki, tamamen aksi olması gerekli değil midir?
Genç Türkçüler, devam ededuran bu ihmale de, muhakkak son vernelidirler. Allah’a şükür ki, bu gün, milliyetçi yayınlar, eski yıllara göre hayli çoğalmıştır. Kitap veya dergi olarak Türklüğe hizmet yolunda bulunan bütün bu yayınlar, genç Türkçüler tarafından çevrelerinde ve bilhassa gençlik arasında hızla yayılmalı ve okunmalıdır.
Yıkıcı fikirlerin önüne çekilecek en sağlam set, Türkçülük şuurudur. Türkçü kitapların ve dergilerin elden ele gezdiği yerlerde, ihanet hareketleri sinmeye ve hatta silinmeye mahkumdur.
Onun içindir ki, genç Türkçüler, gönül verdikleri ülkünün her derecedeki eserlerini çevrelerinde yaymayı günlük ve en tabii hareketleri ve vazifeleri haline getirmelidirler. Ve bunun, Türkçülüğe yapılacak en büyük ve fakat en kolay hizmetlerden birisi olduğunu unutmamalıdırlar.
Genç Türkçüler, Türkçülük davasının ana meselelerinde aynı fikirlere sahip bulunmalıdırlar . Bu da Türkçülüğün ana prensiplerini ve temsil unsurlarını bilmekle mümkün olabilir.
Türkçülük, Türk soyunun ülküsüdür. Bu ülkü kısaca: “Bölünmez bir bütün olan Türk Milletinin kendi ana yurdunda, maddi ve manevi yönlerden en üstün ve en mutlu bir cemiyet haline gelmesi” diye ifade olunabilir.
Turancılık ve Türk ırkçılığı, bu ülkünün iki temel unsurudur. Fikir ve edebiyat tarihimizin en büyük kalemleri, eserlerinde, bu iki temel unsur üzerine eğilmişlerdir. Ziya GÖKALP’ in: “Türk milleti bir ordu, katılmayan kaçaktır” veya: “Türk milleti bir bölünmez bütündür.” gibi mısraları, bu temel unsurlardan Turancılığın, Türk nesillerinin dimağlarında ve şuurlarında en kuvvetli izler bırakmış ölmez sözleridir.
Türk ırkçılığına gelince: Bu temel unsur, önce, Türk soyunun büyüklüğüne ve üstünlüğüne inanmak ve ahlakımız, kahramanlığımız, mertliğimiz, faziletimiz, askerliğimiz, büyük devlet kurma gücümüz, sanat dehamız vesaire gibi Tanrı bağışı bu büyük vasıflarımızı koruma ve yaşatma istek ve vazifemizdir.
Mehmet Emin YURDAKUL’un:
Pençen kadar zekan da
Elinkinden üstündür.
veya
Onun ulu milletinin koyun güden çobanı
Başka ırkın elmas taçlı hakanından uludur.
gibi beyitleri bu inancın örnekleridir.
Türk ırkçılığının ikinci bir prensibi de, bu vatanda yaşadıkları halde, Türklüğe karşı yabancı davalar gütmekte olan sinsilere karşı milli varlığımızı koruyucu tedbirler almaktır.
Yine “Türk Milleti” ve “Türk Dili” gibi ana meselelerde de aynı anlayış içinde olmak gerekir. Millet ve dil kadromuzu şu şekilde tarif edebiliriz.
Türk milleti: “Türk kökünden gelenlerle, Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimselerden meydana gelen topluluktur.”
Türk dili: “Türk kökünden gelen kelimelerle, Türk milletince benimsenmiş ve Türk malı olan kelimelerden meydana gelen dildir.”
Ülkülerin ana meselelerinden ayrı görüşlere sahip olanlar, ülkü ordusunun saflarında gedikler meydana getiriler.
Genç Türkçüler bu gibi temel meselelerde birleşmeli, “bana göre millet”, “bana göre dil” gibi çocukça anlayış ve tariflere yönelmekten kaçınmalıdırlar.
Genç Türkçülere Mektuplar (4) – Nejdet Sançar
Genç Türkçüler için büyük bir vazife de çalışkan olmaktır. Hangi öğretim basamağında bulunursa bulunsun, genç Türkçü, sınıfının ön safındakiler arasında yer almaya mecburdur. Tembellik ile Türkçülük, asla bir araya gelemez. Kendisine tembel dedirten genç Türkçü, büyük ülküsünün üzerine gölge düşürmekte olduğunu bilmelidir.
Genç Türkçünün “Büyük Türklük Ülküsü”ne asıl hizmeti, şüphesiz, öğrenim yıllarını hızlı ve başarı ile arkada bırakıp hayata atılmasından sonra başlayacaktır. Bu hizmet devresine tökezleyerek veya yıl kaybederek ulaşmayı, genç Türkçü, bir suç diye kabul etmeli ve bu suçu işlememek için kendisini sıkı bir murakabe altında bulundurmalıdır.
Genç Türkçüler için mühim bir konu da kılık kıyafet meselesidir.
Bu günün gençliğini, insani değerlerden ve vasıflardan uzaklaştırabilmek için her çareye başvuran yıkıcı kuvvetler, dış şekilleri de ihmal etmediler. Bu zorlamanın erkek çocuklar üzerindeki tesirinin en dikkat çeken görüntüleri omuzlara kadar inmiş yağlı ve pis saçlarla çeneleri ve yanakları karartan sakallardır. Boyunlarına asılan, bileklere veya parmaklara takılan süs vasıtaları da aynı tesirin gülünç neticeleridir. Aynı zorlamanın genç kızları da, çok kere gülünç ve hatta maskara kılıklara sokmakta olduğu, misalleriyle, meydandadır.
Genç Türkçüler, bu dışa ait maskaralıklara asla itibar etmemelidirler. Ciddi ve seviyeli insanlar, her şeyde olduğu gibi, kılık ve kıyafette de tabii ve sadedir. Genç Türkçüler de böyle olacaktır.
Mevkii gibi kılık kıyafet süsünün de insana değer kazandırmayacağını unutmayın. Ve Ziya Paşa’nın şu ölmez mısraını daima hatırlayın:
Zerdüz palan vursan, eşek yine eşektir.
Genç Türkçüler seçecekleri meslekte en üstün kademelere çıkmayı hedef edinmelidirler. Bir şahsi gaye gibi görünen bu hedef, elbette ki, Türkçülük ülküsüne hizmetin bir yoludur. Bu günün bütün genç Türkçüleri böyle bir şuurla dolar ve bunun neticesi olarak mesleklerinde yükselirlerse, on beş, yirmi yıl sonraki Türkiye’nin bir çok kilit noktaları bu büyük soyun gerçek evlatlarının ellerine geçmiş olur.
Mevkiiler; hükmetmek , caka satmak veya çıkar sağlamak yerleri değildir. Mevkii, millet ve devlete hizmet basamağıdır. Ve bu hizmet, ancak, gönlünde vatan ve millet sevgisi; kafasında devlete hizmet şuuru bulunan kimseler, yani Türkçüler tarafından yapılabilir. Türkçü olmayan Türkün, bu vatana, bu millete ve bu devlete gereği gibi hizmet edemeyeceğinin yüzlerce, binlerce misali ortadadır.
Genç Türkçünün çok hassas davranacağı bir konuda para meselesidir. Para konusunda laubalilik veya ihmalcilik, büyük bir insanlık kusurudur. Ciddi herhangi bir insan için dahi bağışlanması imkansız bu kusur, bir Türkçü için, kusurunda üstünde bir ayıptır. Her hali ile mükemmel bir genç insan örneği olmaya mecbur bulunan genç Türkçü, bu sebepten, para meselesini bir şeref meselesi bilmeli ve o şerefe asla toz kondurmamalıdır.
Aziz gençler! Büyük Türk ırkının siz genç evlatlarına, bugünün mücadele hayatında fayda sağlayacak birkaç konu üzerinde pratik yollar göstermeye ve diğer birkaç husus üzerinde dikkatlerinizi çekmeye çalıştığım bu mektupları, çok mühim bir meseleye temasla bitirmek istiyorum.
Irkına, vatanına ve ülküsüne hizmet etmek isteyen her Türkün bir büyük ihtirasla, bir sönmez ateşle yanması lazımdır. Bu, Türklüğe hizmet ihtirası ve ateşidir. Bu ihtiras ve ateşin, tarihimizdeki en güzel örneklerinden birisini, burada,bir kere daha gözlerinizin önüne sereceğim.
Metni Bilge Kağan ağzından olan Kül Tegin abidesinde, millet hizmeti ateşinin manasını ve büyüklüğünü, sade fakat harikulade bir şekilde dile getiren şu sözler vardır:
“Küçük kardeşim Kül Tegin ile sözleştik. Babamızın, amcamızın çalışmış olduğu milletin adı, sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tegin ile ve iki şad ile ölesiye, bitesiye çalıştım.”
İşte, Türk soyunun bugün en genç nesilleri olan sizler için, yolunuzu aydınlatacak en güzel meşale!
Sizler de, soylarına hizmet ateşi ile yanan o büyük atalarınız gibi olmaya çalışın. Sizler de, çamurluklarla dolu hayatı manalandıracak tek şeyin millet hizmeti olacağına inanın. Sizler de bu büyük, kainat kadar büyük, fakat talihsiz millet için, Türk milleti için gündüz oturmadan, gece uyumadan ölesiye, bitesiye çalışabilecek seviyeye erişmeyi gaye edinin.
Türk’ü kıpkızıl bir ateş çemberi ile saran;Türk’ü bitirmek için sinsice, kahpece didinen iç ve dış bunca düşman, bunca düşmanlık karşısında bu, sizler için kaçınılmaz bir vazifedir.
Başarıya ulaşmak hususunda dünden bugüne değişmiş hiç bir şey yoktur. Çünkü bugünkü kan, o eski kandır. Namık Kemal, bu gerçeği:
Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.
Mısraı ile ne güzel belirtmişti!
Bu kanla davranın. Bu kanla hizmet vazifesine atılın. Bu kanı, başka hiçbir kan durduramaz.
Bu kan, o ateşle konuşmaya başladığı gün, zafer, yine büyük Türk ırkınındır.
Nejdet SANÇAR
Kaynak: Türkçülük Üzerine Makaleler – Nejdet Sançar, Devlet- Töre Yayınevi 1976