Türkler, en eski zamanlarda göçebe hayatı yaşıyorlardı. Bu zamanlarda, Türk iktisadı çobanlık esasına müstenitti. O zamanlarda, Türklerin bütün servetleri koyun, keçi, at, deve, öküz gibi hayvanlardan ve yedikleri süt, yoğurt, peynir, tereyağı, kımız gibi hayvani mahsullerden ibaretti. Giydikleri de bu hayvanların pöstekileri, derileri, yünleri ve yapağıları idi. Göçebe Türklerin sanayii de hep hayvani mahsuller üzerinde işlerdi: Develerin ayağından (ayak) adı verilen kımız kadehleri, öküzlerin uyluk kemiğinden kımız sürahileri yapılırdı. Hayvanın ne kemiği, ne boynuzu, ne bağırsağı, hulasa hiçbir şeyi atılmazdı. Her nescinden Türk’e mahsus bir sınai mamule vücuda getirilirdi.
Eski Türkler, ticarete de yabancı değildiler. İlhanlık devirlerinde devletin en büyük varidat menbaı, Çin’den Avrupa’ya ipek götüren ve Avrupa’dan Çin’e kadife getiren Türk ticaret kervanlarıydı. O zaman Çin, Hint, İran, Rusya ve Bizans arasındaki büyük ticaret yolları tamamıyla Türklerin elinde idi. Mukan Han, İran’ın şimalinden, Azerbaycan’dan ve Anadolu’dan, İstanbul’a doğru giden bir yeni ticaret yolu açmak istedi. Fakat, İraniler bu teşebbüse mümanaat ettiler. Bunun üzerine Mukan Han, İpek Yolu’nu temin için, Türk, Çin ve Bizans devletleri arasında bir ittifak-ı müselles akdine çalıştı ve İran devletini ya ortadan kaldırmaya, yahut beynelmilel ticaretin transit tarikiyle memleketinden geçmesi için zorla irza etmeye teşebbüs etti.
Görülüyor ki, eski Türk ilhanlarının gayesi, Mançurya’dan Macaristan’a kadar uzanan büyük Turan kıtasında yalnız siyasi bir emniyet husule getirmekten ibaret değildi. Asya ve Avrupa milletleri arasında beynelmilel bir ticaret ve mübadele teşkilatı yapmayı da üzerlerine almışlardı.
Eski Türklerin iktisada verdikleri ehemmiyeti il adlarında bile görürüz: Şarkî Türkistan’da (Tarancılar) namı verilen ve Garbî Türkistan’da (Sartlar) ismini alan iki il vardır. Bu adlardan birincisi (çiftçiler), ikincisi (tüccarlar) manasınadır. Kanklılar, Ağaçeriler, Tahtacılar, Mandallar, Menteşeler, Sürgücüler ilhde birer sanat adını taşımaktadırlar. Göktürklerin dedeleri (demirci) idi. Türk menkıbelerine göre, ilk çadırı yapan (Türk Han)dır. İlk defa yemeklerde tuz kullanan (Tavunk Han)dır. İlk arabayı yapan (Kanklı Bey)dir. Türkler, arabalarla seyahat etmeye, ta İskitler devrinde başlamışlardı. Eski Türkler gayet güzel elbiseler giymeyi, leziz yemekler yemeyi, hayatlarını ziyafetler ve düğünler arasında geçirmeyi severlerdi. Bunun için de hiç boş durmazlar, iktisadi faaliyetlerle uğraşırlardı. Çok kazanırlar, çok sarf ederlerdi.
Eski Türklerin misafirperverlikleri son dereceyi bulmuştu. Dede Korkut Kitabı’nda (Burla Hatun) yaptığı umumi bir ziyafetten bahsederken şu sözleri söylüyor: “Tepe gibi et yığdırdım. Göl gibi kımız sağdırdım. Aç olanları doyurdum, çıplak olanları giydirdim. Borçluların borcunu verdim.”
Bununla beraber, binlerce liraları yutan bu umumi ziyafetler, Salur Kazan’ın senede bir kere yaptığı (yağma ziyafeti)ne nispetle hiç hükmünde kalırdı. Salur Kazan’ın ziyafetinde bütün beylerle halk tamamıyla yiyip içtikten sonra, Salur Kazan zevcesinin elinden tutarak sarayından çıkardı, varı yoğu her ne varsa yağma edilmesini davetlilerden rica ederdi. Bu suretle yağmaya uğrayan Salur Kazan bir müddet sonra, yine Oğuz ilinin en zengin beyi olurdu.
Türkler, mazide nail oldukları bu iktisadi refaha istikbalde de mazhar olmalıdırlar. Hem de kazanılacak servetler, Salur Kazan’ın zenginliği gibi, umuma ait olmalıdır. Türkler, hürriyet ve istiklali sevdikleri için, iştirakçi olamazlar. Fakat, müsavatperver olduklarından dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk harsına en uygun olan sistem (solidarizm) yani tesanütçülüktür. Ferdi mülkiyet, içtimai tesanüde hadim bulunmak şartıyla meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yalnız, içtimai tesanüde hadim olmayan ferdi mülkiyetler varsa, bunlar meşru sayılamaz. Bundan başka, mülkiyet yalnız ferdi olmak lazım gelir. Ferdi mülkiyet gibi, içtimai mülkiyet de olmalıdır. Cemiyetin bir fedakârlığı veya zahmeti neticesinde husule gelen ve fertlerin hiçbir emeğinden hâsıl olmayan fazla temettular, cemiyete aittir.
Fertlerin bu temettuları kendilerine hasretmesi meşru değildir. Fazla temettuların(plu-velu)lerin cemiyet namına toplanmasıyla husule gelecek büyük meblağlar, cemiyet hesabına açılacak fabrikaların, tesis olunacak büyük çiftliklerin sermayesi olur. Bu umumi teşebbüslerden husule gelecek kazançlarla fakirler, öksüzler, dullar, hastalar, kötürümler, körler ve sağırlar için, hususi melceler ve mektepler açılır; umumi bahçeler, müzeler, tiyatrolar, kütüphaneler tesis olunur. Amaleler ve köylüler için sıhhi evler inşa edilir. Memleket, umumi bir elektrik şebekesi içine alınır. Hulasa, her türlü sefalete nihayet vererek umumun refahını temin için her ne lazımsa yapılır. Hatta, bu içtimai servet kâfi miktara baliğ olunca, halktan vergi almaya da ihtiyaç kalmaz. Hiç olmazsa vergilerin nevi ve miktarı azaltılabilir.
Demek ki Türklerin içtimai mefkûresi, ferdi mülkiyeti kaldırmaksızın, içtimai servetleri fertlere gasp ettirmemek, umumun menfaatine sarf etmek üzere, muhafaza ve tesmiyesine çalışmaktır.
Türklerin, bundan başka, bir de iktisadi mefkûresi vardır ki, memleketi büyük sanayiye mazhar etmektir. Bazıları “memleketimiz bir tarım yurdudur, biz daima çiftçi bir millet kalmalıyız. Büyük sanayiyle uğraşmaya kalkışmamalıyız.” diyorlar ki asla doğru değildir. Filhakika, çiftçiliği hiç bir zaman elden bırakacak değiliz, fakat, asri bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayiye malik olmamız lazımdır. Avrupa inkılaplarının en ehemmiyetlisi iktisadi inkılaptır.
İktisadi inkılap ise, nahiye iktisadı yerine millet iktisadının ve küçük hırfetler yerine büyük sanayinin ikame edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı ve büyük sanayi ise ancak himaye usulünün tatbikiyle husule gelebilir. Bu hususta, bize rehber olacak (millî iktisat) nazariyeleridir. Amerika’da (Con Ray) ve Almanya’da (Frederik List), İngiltere’de Mancesteryen’lerin tesis ettikleri iktisadiyat ilminin, umumi ve beynelmilel bir ilim olmayıp yalnız İngiltere’ye mahsus bir (millî iktisat) sisteminden ibaret olduğunu meydana koydular.
İngiltere büyük sanayi memleketi olduğu için, mamulatını harice göndermeye ve hariçten ibtidai maddeler getirmeye muhtaçtır. Bu sebeple, İngiltere için fayda olan yegâne usul, gümrüklerin serbest olması kaidesi, yani (açık kapı) siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük sanayiye malik olamamış olan milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi sınai memleketlere iktisaden esir kalmasını intac edecektir.
İşte, buiki müceddid kendi memleketleri için, birer hususi (millî iktisat) sistemi vücuda getirerek, memleketlerinin büyük sanayiye malik olması için çalıştılar. Ve muvaffak da oldular.
Bugün, Amerika ile Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy ölçüşecek bir mertebeye yükselmişlerdir ve şimdi, onlar da İngiltere’nin açıkkapı siyasetini takip ediyorlar. Fakat, bu devre gelebilmeleri, senelerce millî iktisadın himaye usullerini tatbik sayesinde olduğunu da pekala biliyorlar.
İşte Türk iktisatçılarının da ilk işi, evvela Türkiye’nin iktisadi şeniyetini tetkik ve saniyen, bu objektif tetkiklerden millî iktisadımız için ilmî ve esaslı bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten sonra, memleketimizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu program dairesinde çalışmalı ve İktisat Vekâleti de bu ferdi faaliyetlerin başında umumi bir nazım vazifesini ifa etmelidir.
Ziya Gökalp
Türk ekonomisi esaret altındadır. Bu esarete ancak ekonomik milliyetçilik nokta koyabilir. Ya ulusal kalkınma, ya küresel kölelik. Ortası yok.