Din İstismarı Nedir? Dincilik Nedir?

Mü’mine “din istismarcısı” denemez. Çünkü o din ve imanı için gerektiğinde her şeyini feda edebilir. Mümin kendini dinin hizmetinde görür. Mümin idealisttir.

Din istismarcısı ise münafıktır. Dini kendine hizmet ettirmeye çalışır. O külfete değil, nimete taliptir. Öte yandan yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de dini dünya menfaatleri için değiştiren bilginlerden, altın ve gümüş biriktirerek Allah yolunda çalışmayan din adamlarından, fakir ve fukaranın hakkını gözetmeyip riyakârca namaz kılarak kitleleri aldatmaya çalışan yalancı dindarlardan pek çok kere söz eder. Münafıkları en büyük tehlike olarak ortaya koyar.

Bugün İslam dünyasının karşılaştığı tehlikelerden biri de mümin kitlelerin münafıklarca, din bezirgânlarınca ve şer kuvvetlerince istismar edilmesidir. Kara ve kızıl emperyalizm bile, İslam dünyasında bu oyunu oynamaya başlamış bulunmaktadır. Samimi müminler seslerini kısmış, ıstıraplarını bağrına gömmüş susarken istismarcıların homurtuları ve çığlıkları dünyamızı sarmış durumdadır. Birçok madrabazın, ihtiraslarını din ile maskelemeye çalıştığını görmek gerçek müminlere sadece ıstırap vermektedir. Din düşmanları bile dindar görünme isteğinde…

Bir taraftan gerçek din unutturulurken, diğer taraftan birçok şer hareketin maskesi dindir. Şahların, kralların, emirlerin, ihtilalcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin, politika cambazlarının bile dilinden din düşmüyor. Kan dökücü zalimler, soluk aldırmayan diktatörler, taht ve koltuk düşkünü şeyhler, ahundlar, emirler, han ve apartman dikmeye çalışan duahanlar, mevlithanlar, gazelciler ilahiciler mukaddes dinin derisine yapışmış besleniyorlar. Küçük politikacılar, din ile dümenlerini hareket ettiriyorlar.

Istırapla belirtelim ki dünyamızda dinin asli kaynakları kütüphanelerde küflenmeye terkedilmiş, din güneşleri unutturulmuş, genç nesiller tarih hazinesi ile irtibat kurmak için gerekli kültürle, dille ve yazı ile teçhiz edilmemiş, başıboş bir basın ve yayın ile ve yabancılaştırmaya yönelik bir eğitimle her şey ola bora edilmiştir.

Öte yandan yanlış bir laiklik politikası ile tertemiz dini hayat kurban edilirken, ham sofular kaba yobazlar, sahte mürşitler, sapık akımlar ve istismarcılar dünyamızı doldurmuş bulunmaktadır. Din düşmanları ise, bu istismarın istismarı ile meşgul olmakta, olan bitenleri mukaddes dine bağlayarak kaynağı kurutmak için fırsat ve bahane kollamaktadırlar.

Ülkücüler, “Allah ve Resulünün ortaya koyduğu yüce davanın her türlü riyadan arınmış ve samimi bağlısıdır.” O asırlarca İslam’a hizmetle şereflenmiş ashap ve tabiinden sonra bu yola can ve baş koymuş yüce bir kavmin çocuğudur. Yalansız riyasız ve tavizsiz olan Türk İslam ülkücüsü din istismarından ve din istismarcısından iğrenir. O İslami yaşar ve yaşatır, şarlatanlığını yapmaz.

İslam Beynelmilel Değil, Alemşümüldür

Bazıları İslam’ın getirdiği âlemşümul hakikati ve daveti idrak edemeyip onu beynelmilelci (internationalist) bir karakterde yorumlama hatasını, hatta günahını işlemektedirler. Bunlar; ya alemşümul (üniversal kavramı ile beynelmilel (international) kavram arasındaki farkı bilemeyen kimseler yahut da ard niyetli kişi ve zümrelerdir.

İslam’ın temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ile yüce merkezi şanlı Peygamberimizin söz ve hareketleri ile kesin olarak anlaşılmıştır ki, İslamiyet, insanların ırklara, kavimlere ve çeşitli cemiyetlere ayrıldığını kabul etmektedir. Yine İslamiyet bunların yanında bütün Âdemoğullarını kelime-i tevhid etrafında toplayarak İslam kardeşliği şuuru içinde dayanışmaya ve Allah yolunda yarışmaya davet etmektedir. Yani Allah bir yandan dinini seveceği kavimlere tevdi ederken diğer taraftan bütün kavimleri milli şahsiyetleri içinde tutarak şanlı peygambere ümmet olmaya çağırır. Bu sebepten Türk milliyetçileri Türk milletinden ve İslam ümmetinden olmakla öğünürler.

Hâşâ, İslamiyet asla masonlar ve komünistler gibi; milletleri ve milliyetleri inkâr ederek kozmopolit bir dünya kurmak davası peşinde değildir. İslam kardeşliği bu çirkin beynelmilelci akımlara asla benzemez ve benzetilemez.

İnsanlar Âdemoğulları olarak aynı kökten gelmekle beraber, çeşitli milli ve ırki şubelere ve dallara bölünmüşlerdir. Bu inkârı mümkün olmayan biyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir vakıadır. Bu konuda yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “Ey insanlar biz, sizleri bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi şubelere (ırklara kavimlere) ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, Allah yanında en şerefliniz takvada en ileri olanınızdır.” Diye buyurmaktadır. (Bkz. Hucurat Suresi, ayet 13) .

Yine şanlı kitabımızda şöyle buyrulur; “Dilleriniz ve renklerinizin birbirine uymaması da O’nun ayetlerindendir.” ( Bkz. Kur’an-ı Kerim Er-Rum Suresi ayet 22) . Bu ayetler hiçbir tevile yer bırakmaksızın İslam dininin ırklar ve kavimler karşısındaki tavrını ortaya koymaktadır. İslam sosyolojisinde ırklar ve milletler insanlık kadar birer gerçektirler ve onların şerefi (renklerinde, dillerinde, et ve kemik yapılarında değil) Allah yolunda gösterecekleri ihlâs ve hizmet şuurları ile yani takva ile tayin olunur.

“Allah’tan başka ilah yoktur” diyen ve bu inancı- bütün beşer tarihi boyunca -savunan şanlı Peygamberler dizisine sevgi ile bağlanan son ve yüce peygamber ve kurtarıcı Hz. Muhammed’e (bütün peygamberlere ve O’na selam olsun) inanan ve O’nun tebliğlerini, ferdi ve içtimai planda yaşayan her fert ve millet Müslüman olmakla şereflenmiştir. “ İslam ümmetindendir. İslam ümmetine bağlı kişiler, milletler ve ırklar renkleri ve dilleri ne olursa olsun din kardeşi olurlar. Birbirlerini sever, işbirliği yapar, sosyal, ekonomik, kültürel ve hatta politik dayanışma halinde bulunurlar. Ancak bu onların kendi soylarını, kavimlerini, ırklarını ve milliyetlerini ret etmelerine sebep olamaz. İslamiyet posa ırkçılığını ve soy üstünlüğü iddialarını cahiliye devri âdeti olarak ret etmekle birlikte asla Müslümanları soyunu, kavmini ırkını ve milliyetini ret ve inkâr etmeye davet etmemektedir. Aksine “kişi kavmini sevmekle suçlanamaz” “vatan sevgisi imandadır” “kavminin efendisi kavmine hizmet edendir”. diye buyuran ve Veda Hutbesinde soyunu inkâr edene Allah’ın meleklerin ve insanların lanet etmesini dileyen şanlı ve yüce peygamberin dinini, milliyetlerin ve milli şuurun aleyhine kullanmak mümkün değildir.

Ta “âlemlere rahmet olarak gönderilen” şanlı Peygamberimiz zamanından başlayarak günümüze kadar, bütün Müslümanlar peygamberimizin yakın dostları olan ve O’nun yüce huzurunda iman etmekle şereflenen ve başka kavimlerin çocukları bulunan nice “sahabi” daima milliyet adları ile anıla gelmişlerdir. Bilal El-Habeşi, Selman El-Farisi, Süheyl Er-Rumi gibi İslam büyükleri o zamandan bu zamana kadar hep milliyet adları ile zikredilmişlerdir.

Bu durumu gördükten sonra Türk kelimesinden ürken ve korkan bazı çevrelerin artık bu komplekslerinden vazgeçmeleri gerekir. Öte yandan gizli düşmanların da kendilerini İslam dini ile maskelemeye kalkışmaması umulur. İslam dini ile milletler, milliyetler, milli şuurlar çökertilemez. Aksine İslam dini ile milletler güçlenirler, hayat bulurlar ve yücelirler.

Bu sebepten zıt iki değer ve varlık değil aksine bir diğerine güç veren ruh ve beden gibidirler.

Öte yandan Yüce Kitabı’ımızdan öğrendiğimize göre, Allah dinini kavimler eliyle savunur. İslamiyet hiçbir kavmin inhisarında (tekelinde) değildir. “Bir kavim dinden yüz çevirdi mi başka bir kavmi dine hizmete şereflendirir. Her fert ve millet kendini inkâr etmeksizin Müslüman olabilir. İslamiyet milletler üstü âlemşümul bir dindir.

Aşağıda mealini vereceğimiz ayet-i kerimeyi 17. asırda yaşayan büyük Türk milliyetçisi ve büyük müfessir Vani Mehmet Efendi Aras-el Kur’an ve Fi Nekais-ül Furkan adlı kitabında Arap kavmini tehdit eden ve Türk kavmin haber veren bir ayet olarak ele alır. Bu ayetin meali şöyledir : “ Ey iman edenler içinizden kim dininden dönerse, Allah, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği onlarında kendisini seveceği bir kavim getirir ki, onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler. Bu Allah’ın lütf-u inayetidir ki, onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol olan ve çok bilendir” (bkz. Kur’an-ı Kerim Macide suresi ayet 54)

Gerçekten de şanlı peygamberin yüce kadrosundan sonra, İslam’a en büyük hizmeti yapan, Türk kavmidir ve tam dört yüz yıl “ Resul-ü Ekrem’e vekil olmakla şereflenmiştir. İslam’da şeref ve üstünlük İslam’a hizmet ve takva ile tayin edildiğine göre Türk milleti ile şeref ve üstünlük yarışına kalkışacak kaç kavim vardır?

İslam kardeşliği ve ümmet fikri milletleri ve milliyetleri öldürmek davası değil bilakis kişileri,

Kavimleri, milletleri, ırkları Allah yolunda dayanışmaya ve yarışmaya, kardeşlik ve barış şuuru içinde davet etmek demektir. İnsanları, “Sahte tanrıların boyunduruğundan” kurtaracak şerefli birer kişi, kavim ve ırk halinde sadece Allah’a kul olma şuuru içinde mukaddes bir yarışa çağırmak demektir. “İlahi Kelimetullah” bu demektir. Bu yarışta takvada en ileri olan ise, rengi ve dili ne olursa olsun, bu mukaddes yarışa katılanların en şereflisi ve en üstünü olarak anılacaktır.

Türk milliyetçileri kesin olarak bilmelidir ki, dinimizi, milletin ve milliyet duygularının aleyhine kullanmak isteyenler, gerçek dindarlar değil, ya cahil veya ard niyetli kişi ve zümrelerdirler.

Ahmed Arvasi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir:

Başa dön tuşu
Anasayfa »